Milagros
Gizli sığınağıma hoşgeldin, okuyucu...
Son bir dakikanın dolmasına ve Can’ın yere yığılmasına saniyeler kalmıştı ki Bera’nın sözleri yerine ulaşmış gibi Aden’in kalbi tekrar atmaya başladı. Herkes bunun da geçici bir düzelme olduğundan şüphe edip bir süre monitörü izledi. Hayati değerlerinin normale döndüğünden emin olunca Can, geri çekilirken yorgunluktan sendeledi, yanındaki doktor onu kollarından yakaladı. Kızın yüzünü ve arkadaşının vücudunu kaplayan örtünün ardını görebilmek için bir adım yaklaşıp onları görmeye, gerçekleşiyor olan mucizeye şahit olmaya çalıştı. Bera, bütün benliğini kıza armağan etmiş gibi cansız bir bedenle alnını onunkine dayamış orada öylece duruyordu.
Can, ona yardım eden doktora, başıyla ‘iyiyim’ işareti yaptıktan sonra Bera’ya yaklaştı. Omzuna dokundu ve: -“Bera? İyi misin?” dedi endişeyle. Bera, bir başkası tarafından hareket ettiriliyormuş gibi dengesizce ve yavaşça başını kaldırdı, Can’a baktı. Gözyaşlarının ıslattığı yüzü yukarıdaki güçlü beyaz ışığın yansımaları ile parlıyordu, Aden’in yüzü gibi. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ve kısık belli belirsiz bir sesle: -“O...” dedi “öldü mü?” Can derin bir nefes verdi. -“Ödümü patlattın. Sana bir şey oldu sandım.” Bera sorusunu tekrarlayan gözlerle Can’a bakmaya devam ediyordu. -“Duymuyor musun?” dedi Can işaret parmağını hafifce yukarı kaldırıp “Bu sesler... onun kalp atışları.” Bera, dünyayı keşfetmeye çalışan bir bebek gibi etrafı dinlemeye başladı. Gözü ekranda aşağı yukarı hareket eden yeşil çizgilere takıldı. Onlar hareket ettikçe Bera’nın gözlerine hayat enerjisi ve neşe dolmaya başladı. Kocaman bir gülümseme ile Can’a baktı. Can da yanaklarından yaşlar süzülürken arkadaşının gülümsemesine aynı şekilde cevap verdi. -“Sana söylemiştim.” dedi kolunun tersi ile yüzünü kurularken. “Vazgeçmediğin sürece yapabiliriz demiştim.” Kendilerini yorgun bir şekilde birbirlerinin kucağına bıraktılar. Bir süre öyle kaldıktan sonra: -“Ayrıca demiştim ki kalp sağlığı ve aşk, beyin sağlığı ve mantıktan daha önemlidir. Bu da beni senden daha önemli bir doktor yapar.” dedi Can hem arkadaşını hem de kendini rahatlatmak için onunla uğraşan bir ses tonuyla. -“Sen kazandın” dedi Bera ve minnettarlık dolu bir ses tonu ile kollarındaki arkadaşını daha sıkı sararak ekledi “Teşekkür ederim. Yanımda olduğun için... Bunca yıldır benim dostum olduğun için... Ve en önemlisi bir kalp cerrahı olup bizi kurtardığın için. Sana her zaman saygı duydum ve her zaman da duyacağım Uzman Doktor Can BAHAR.” dedi arkadaşının kollarından sıyrılıp hafifçe önünde eğilerek. -“Şu durumda bile dalga geçiyorsun benimle değil mi?” dedi Can ona uzanıp önünde eğilen arkadaşını doğrultarak. -“Saygı duyacaktım aslında ama böyle zamanlarda aklıma biz üniversitedeyken kan görünce kaçan hallerin geliyor. İstesem de duyamıyorum. Özür dilerim” dedi ve ikisi de kahkahalarla birbirlerine el şakaları yaparak ameliyathaneyi terk ediyor olan yatağın peşine takıldılar. Hem hastasını hem de yoğun bakımda yatan kızın başından bir saniye bile ayrılmayan arkadaşını ziyarete gelen Can, Aden’in durumundan gayet memnundu. Sonuçlarına baktığında Bera’yı dürtüp: -“Ona doping falan vermedin değil mi?” dedi sırıtarak. Bera, yüzyılın aydınlanmasını yaşayan bir ifade ile Can’a bakıp: -“Ben bunu neden daha önce düşünemedim ki?” dedi. Arkadaşının neşesinin yerine gelmiş olmasına sevinen Can: -“Durumu iyi, böyle giderse yüksek ihtimalle yarın odasına alabiliriz.” dedi. Sonra kendi kendine konuşan bir tavırla: -“Aceba ameliyathanede gerçekleşen mucizevi olayın sebebi senin aşkın mıydı benim yeteneklerim mi?” dedi bu gerçekleşmesi zor duruma akla yatan bir sebep bulmak umuduyla. Bera bunu duymuştu ama cevap vermedi, maskesinin altından ufak bir gülümseme ile yetindi. Avuçlarının içindeki Aden’in ufak ellerini daha sıkı tuttu ve ‘ne olduğu hiç önemli değil’ diye geçirdi içinden. -“Eee?” dedi Can. “Aden uyanırsa bana ne ısmarlıyorsun?” Bera omzunun üzerinden arkadaşına baktı ve cevap vermedi. -“Hani şu hep istediğim Norveç turuna ne dersin? Belki üçümüz beraber gideriz kuzey ışıklarını görmeye? Bir de bugün gösterdiğim olağanüstü çaba sonucu kollarım aşırı ağrıyor. Odamda bir masaj koltuğu bulunması hiç fena olmazdı hani” dedi gözünü kırparak. Bera, arkadaşının kırptığı gözüne parmağını sokuyormuş gibi yapıp: -“Hadi ordan. Olağanüstü performansmış!” dedi. Doğruluğundan kuşkusu yoktu ama bunu kabul edip arkadaşının yıllarca bundan bahsetmesine izin veremezdi. -“Bir şeyler hatırlıyor gibiyim.” dedi Bera. “’Bunun seninle alakalı olduğuna eminim.’ diye bağırıyordu birileri sanki” diye Can’ın ameliyathanedeki halini taklit etti abartılı bir şekilde. Can’da onun ağlayıp yalvaran halini canlandırarak karşılık verince Bera utandı ve: -“Tamam kes şunu” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “Ayrıca, randevumuza, hatta ilk tatilimize seni dahil edeceğimize ihtimal verdin mi gerçekten?” diye sordu minnettar ama alaycı bir tonda Bera. -“Sen etmezsen etme, ben Aden’le konuşurum.” derken Can ellerini göğsünde birleştirdi ve yalandan küsen çocuklar gibi kafasını arkaya doğru attı. “Bence hayatını kurtaran doktorun isteğini geri çevirmeyecektir. Bakalım o gelmemi istediğinde ona da hayır diyebilecek misin acemi aşık?” deyip arkadaşının omuzuna hafifce çarpıp odadan çıktı. “Aden uyansın da senin peri annen olmaya bile razıyım prenses” diye gülerek geçirdi içinden Bera odadan çıkan arkadaşına bakarken. Derin bir nefes alıp verdi ve Can’ın söylediklerinin gerçekleştiği anları kafasında canlandırmaya başladı. ... Günler, haftalar ve aylar boyunca Selen ve Bera nöbetleşe Aden’in yanında kalıyorlar, onunla konuşuyorlar ve ihtiyaçlarını gideriyorlardı onlara çoğu zaman Can’da eşlik ediyordu. Bera’nın çalışma saatlerinde nöbeti devralan Selen, her gün kardeşini bir güzel temizleyip süsleyip gidiyordu. Bera, buna gerek olmadığını söylese de Selen bunu bir alışkanlık haline getirmişti. Onun çabaları, her gece tekrar aşık ediyordu Bera’yı, Aden’in güzelliğine. Üç ay boyunca devam eden bu rutinler sırasında Selen ve Bera da yakın arkadaş olmuşlardı. Bera, yeni arkadaşından Aden’in çocukluk anılarını dinliyor, o gidince Aden’in sessizliğinde, onun anıları ile eğleniyordu. Yine Selen’in komik anılar bırakıp gittiği bir geceydi. Ay ışığı odanın penceresinden içeri giriyordu ve karanlık odada, kendi kendine konuşan Bera’nın, elini tuttuğu kızın üzerinde parlıyordu. Bera ayağa kalktı ve cama doğru gidip bir süre dışarıdaki manzarayı seyretti. Aklına sabah Selen’in anlattıkları geldi. -“Demek annen ve baban seni düğünlerine çağırmadı diye gün boyu ağladın” dedi kendi kendine gülerek. Kızın sevimli hallerini gözünde canlandırmaya çalışıyordu Selen’in gösterdiği resimlerden yola çıkarak. -“ ‘Peki o düğüne katılabilmek için bu kadar ağlamanın sebebi neydi aceba?’ Uyanınca bunu da sormam gerek sana” diyerek komidinin üzerinde duran defterdeki ‘Aden’e soracaklarım’ listesinden beş on sayfa birden atlayarak sıradaki satıra sorusunu yazdı. Kafasını kaldırdığında ay ışığı altında süzülen kıza baktı. Aklına aylar önce gördüğü rüyadaki nilüfer çiçeği geldi. Uzun süredir görmüyordu o karanlık gölü ve parlak çiçeği. Aden’e en yakın hissettiği o anların özlemiyle sırtını duvara yasladı, kollarını göğsünde birleştirdi ve bir süre Aden’in masalları andıran görüntüsüne daldı. Onu öpmek istiyordu. Keşke Bera’dan hoşlanıyor olsaydı ve keşke sadece uykuya dalmış olsaydı gecenin bu saatlerinde. Tekrar camdan dışarı bakmaya başladı. Ameliyatın ertesi günü kızın günlüğünü okuduğu andan beri takılan düşünce aklına geldi yine. Günlükteki bazı cümlelerdi onu düşündüren: “Şimdi ne yapıyorsun? Umarım her gece benim seni düşündüğüm gibi sen de beni düşünüyorsundur, Yıldız’ım” Aden’in bir sevgilisi olmadığından yaklaşık bir ay kadar önce emin olmuştu. Aylardır onu arayan hiçbir erkek yoktu ama yazılanlara bakılırsa kızın bu kişiye karşı derin hisleri vardı. Defterin kapağında da yazan ‘Yıldız’ lakabının kime ait olduğunu bulmak için her şeyi yapmışlar, Aden’i tanıyan herkese sormuşlardı. Cevabı Aden’den başka bilen olmadığına emin olunca araştırmayı bırakmaları, Bera’nın, bu durumu hemen her gece sorguluyor olmasını engellemiyordu. Cümleleri tekrar tekrar okuyarak kendi kendine teoriler üretmeyi alışkanlık haline getirmişti. Konu üzerinde uzunca kafa yorduktan sonra her zamanki gibi bir sonuca varamıyor, pes edip uyuyordu. Derin bir iç geçirdi. -“Ah.. güzel kadın! Görmeden bakışlarına, duymadan sesine aşık olduğum kadın! Uyanıp bana söylesen ve bu çıkmazıma bir son versen artık. Bir sevdiğin var mıydı? Kimdi bu ‘Yıldız’?” dedi. -“Sen.” diye belli belirsiz bir ses duydu. Odaya baktı, panikledi. Arada bir Can’ın Aden’in taklidini yapıp Bera’yı kızdırdığı zamanlar aklına geldi ve yine Can’ın onunla dalga geçtiğini düşünüp sinirlendi. Etrafta ses çıkarma imkanı olmayan Aden ve kendinden başka kimse olmadığını görünce sinirlerini gevşetti. Saatine baktı. Gece yarısını çoktan geçmişti. Aden’e her gece verdiği ‘iyi geceler busesi’ni kondurup uyumak için ona doğru bir adım attı. Kızın yatağında ufacık hareketlenmeler gördü. Bir taraftan korktu, bir taraftan sevinç çığlıkları atmamak için kendini zor tuttu. Titreyen elleri ile kızın ellerini yakaladı ve: -“Aden! Aden! Beni duyuyor musun?” dedi. Kız, ağzını açtı ama hiç ses çıkmadı. Bera, Aden’in zorlukla açılıp kapanan gözlerine baktı. Hızlıca birkaç muayene yaptı ve hayati değerlerinin ve uzuvlarının iyi olduğundan emin oldu. Gözüne tuttuğu ışığa ve eline dokunan parmaklarına karşı refleks veriyordu. Bu durum kalbini deli gibi çarptırıyor, nefesini kesiyordu. Kızın konuşmak için kendini zorladığını görünce: -“Sorun değil, acele etme. Uyandın ya, gerisi hiç sorun değil.” dedi onun başını okşayıp ellerini sıkarak. Ayağa kalkıp ışığı açmak ve Can’ı aramak için ellerini Aden’in ellerinden gevşettiğinde kızın elleri onu bırakmak istemeyen bir şekilde kımıldadı. Bera avcunun içindeki ufacık titreşimin ne olduğuna anlam veremedi ama heyecandan kulaklarını uğuldatan kalp atışları ile birlikte oturduğu yerde öylece kaldı. Boştaki eli ile komidinin üzerindeki masa lambasını açtığı anda kızın gözleri kamaştı. Işığı kapattı ve Aden’e doğru eğildi. -“Beni tanımıyorsundur. Merhaba, güzel kadın. Ben..” -“Bera” diye kısık cızırtılı bir sesle tamamladı cümlesini Aden. Bunu söyledikten sonra nasıl yapıldığını unuttuğu bir acemilikle gülümsemeye çalıştı. Bera’nın yüzüne yayılan gülümseme göz kenarlarını kırıştırdı ve gözlerindeki yaşlar damlalar şeklinde düştü. -“Beni tanıyor musun?” -“Seni...duydum.” dedi Aden zar zor. Bera sevinçten çılgına döndü. Gerçekten de aralarındaki bağ onlara büyük ayrıcalıklar tanımıştı. Buna bir mantık bulamıyor ya da anlam veremiyordu ama bu durumdan çok memnundu. Yavaşça kızın alnına bir öpücük kondurdu. Aden, Bera’nın tuttuğu güçsüz ellerini kaldırmaya çalıştı. Çabasını hisseden Bera, elini gevşeterek ona yardımcı oldu. Kız, Bera’nın elini burnuna götürdü ve uzun sayılabilecek bir nefes aldı. -“Bu koku!” dedi neredeyse duyulamayacak bir sesle. “Sonunda” dedi cümlesini tamamlaması zaman alarak. “Sana söyleyebileceğim”. -“Neyi?” dedi Bera gözyaşlarını silip Aden’e yaklaşarak. -“Seni...seviyorum...Bera.” Bera’nın yüzü ciddileşti. Bu, onun için gerçek olamayacak kadar güzel bir andı. Bir an için rüya gördüğünü düşündü ama şu an uyanmak hayatta isteyeceği son şey bile değildi. Gözlerini kapatıp uzun bir süre uyanmamak için dua etti. Aden’in elini sıkıca tutup yavaşça eğilerek onu öptü. Kızın kuru dudakları da ona zayıfca karşılık verdi. Rüya gibi hissettirmiyordu. Bu gerçekti. Bera geri çekildi. Karşısındaki, endişeli ve Bera’nın dünyasını içine hapsetmiş olan kahverengi gözlere baktı. Aden gerçekten uyanmıştı ve ona, onu sevdiğini söylemişti. Bera’nın kalbinde havai fişekler patlıyor, kulakları uğulduyordu ve makinaların sesine bakılırsa aynısı Aden için de geçerliydi. Bera, bütün zorlukların bittiğine işaret eden bir nefes verdi ve gülümseyip Aden’i tekrar tekrar öptü. Yavaşça Aden’in yatağındaki boşluğa yattı ve onu kollarının arasına aldı. Hiç konuşmadan gözyaşları eşliğinde uzunca bir süre sarıldılar. Ağlamasını durdurabildiğinde, kollarının arasında yatan kızın hareket etmediğini fark etti. Bera’nın kalbine dikenli teller dolanmaya başladı. Aden’in hala uyanık olup olmadığını kontrol edebilmek için kafasını kaldırdığında kızın gözleri yavaşça ona doğru döndü. Bir göz kırpma hareketinin onu bu kadar mutlu etmesine inanamıyordu. Derin bir iç geçirdikten sonra, kızın alnına bir öpücük kondurup ona daha sıkı sarıldı. -“Şey...” dedi Aden “konuşmak ve hareket etmek benim için çok zor.” -“Biliyorum, biliyorum. Kendini zorlama” dedi Bera kızın onun sarılmasından bunaldığını düşünüp ondan biraz uzaklaşarak. Bu hareket Aden’i üzmüş ve biraz üşütmüştü. Eliyle yanında uzanan adamı tutmak istedi ama sadece onun gömleğine dokunabildi. Vücudunu kontrol edemiyor olmasına biraz sinirlenmişti: -“Bu durum” dedi gözleri ile vücudunu göstererek, “Ne zaman düzelecek?” Bera, kendine gelmeye başlamıştı. İçinde bulunduğu masaldan çıkıp gerçek dünyaya döndü ve kendi kadın başrolünün sorusunu cevaplamak için beynini taradı. -“Uzun süredir hareketsiz kalman kaslarında güçsüzleşmeye sebep oldu. Bu yüzden böylesin. Ama yarından itibaren egzersizlere başlayacağız ve seni, yavaş yavaş hareket ettirerek tüm kaslarını geri kazanmanı sağlayacağız. Eğer sıkı çalışırsak bir ayda ayağa kalkabilir ve eskisi gibi konuşabilirsin.” diye bildiği ve toparlayabildiği her şeyi sıralamıştı arka arkaya. Aden çelimsizce gülümsedi. Bera neden güldüğünü sorgulayıcı gözlerle ona baktığında: -“Sesini seviyorum.” dedi. Bu cümlenin ardından, Aden’in komadayken neler duyduğunu, onu nasıl sevmeye başladığını merak etti. -“Bu nasıl oldu?” dedi. “Beni nasıl duydun? Sana olan hislerimi nasıl biliyorsun?” Aden elinden geldiğince düzgün konuşmaya çalışarak: -“Sanırım bir rüyaydı. Rüyamda bir manzara gördüm. Nefret ettiğim işimden istifa edip manzaradaki kiraz çiçeklerini izlemek için Japonya’ya gidiyordum.” Bera, yattığı yerden fırladı. Hikayenin devamını dinlemek ve nefesinin dahi dikkatini dağıtmadığından emin olmak için eliyle, şaşkınlığının fırlamak üzere olduğu ağzını kapattı. -“Seninle uçakta tanıştım. Kulağımda en sevdiğim şarkı çalıyordu. ‘Gerçek Aşk’. Ellerin yüzüme değdiğinde lavanta kokusu gelmişti burnuma. O kokuyu tekrar duymak istedim ama bir daha hiç gelmedi.” Bera burnunun altındaki elinden yayılan kokuya müteşekkirdi. Aklına Can’ın babaanne kokusu benzetmesi geldi. Onun aklına uyup en sevdiği el kremini bir süredir kullanmıyordu ama bugün diğer kremini ararken eline geldiği için öylesine lavanta kokulu olanı sürüvermişti. İçinden hafif bir küfür savurdu sevgili arkadaşına. -“Sonra sen gittin. Seni bulamadım. Önümden geçen insanları sana benzettim ve sanırım yokluğunda çok ağladım.” Bunun mümkün olup olmadığını sorguluyordu kafasında Bera. Kızın komadayken akıttığı göz yaşlarına şahit olmuştu ve şu an bunların onu yalnız bırakmasından kaynaklandığını öğrenmişti. Ağzını kapatıyor olan eli hayalkırıklığı ile dizlerine düştü. -“Bir parka gittim. Kiraz çiçekleri yağıyordu. Orada bir dağ, bir güneş ve kiraz çiçeğinden oluşan bir manzara izledim.” Bera, elini yatağın yanındaki komidinin en üst çekmecesine götürüp biraz karıştırdı. Bir fotoğraf çıkardı ve masa lambasını açıp fotoğrafı Aden’e gösterdi. -“Seni düşünerek izlediğim bir manzaraydı. Senin için fotoğrafını çekip geri döndüğümde her şeyi ayrıntısı ile sana anlatmıştım. O zaman birkaç saniyeliğine gözlerini açmıştın. Beni görmüş müydün?” ‘Hayır!” anlamında yavaşça kafasını salladı Aden. -“Sorun değil”dedi kızın saçlarını okşayarak. Devam etmesi için onu sabırla bekliyordu. -“Parktaki suya doğru gidip uzaklaşıyordum her şeyden, kendi hayatımdan. Bir anda senin sesini duydum. ‘Ne yapıyorsun sen?’ dedin. Beni tuttun ve bana ismini söyledin. Bera. Hoşlandığım kişiyi sorduğunda ‘sen’ diye cevap verdim. Aylardır bana neden sürekli bu soruyu sorup durdun ki?” dedi hafifce gülümseyerek “Ben her seferinde aynı yanıtı verirken.” Bera, çok fazla şeker yerken annesi tarafından yakalanmış bir çocuk gibi hissediyordu. Bunca zamandır Aden duysun diye söylediği her şey gerçekten de onun tarafında duyulmuştu. Yanlış bir şeyler söyleyip söylemediğini bulabilmek için hafızasını yoklamaya başlamıştı ki Aden anlatmaya devam etti. -“Sonra kolumdan tutup bana sarıldın.” Söyleyeceği cümlelerin etkisi ile odanın loş ışığında belli olmasa da yüzü kızarmıştı. -“Önce alnıma sonra burnuma bir buse kondurdun. Daha sonra dudaklarıma.” Gözlerini Bera’nınkilerle buluşturarak “ve bu hiç de rüya gibi değildi” dedi. Bera’nın aklına ameliyathanede yaşadığı korku dolu anlar geldi. Yanında, hikayesini anlatırken hafifçe doğrulmuş olan kıza hızlıca sarıldı. İçindeki mutluluk ve minnettarlık kelimelere dökülemeyecek kadar büyüktü. -“Beni öptüğünde sol elimde solmuş bir çiçek yaprağı gördün ve çok üzüldün. Seni tekrar tekrar öpüp sarılmak istediğimde senden uzaklaştım ve o sırada sanırım uyandım. Bir ameliyathanedeydim.” -“Çok korkmuş olmalısın” -“Orada seni gördüm. Sana seslenmeye çalıştım ama yapamadım.” Kızın zaten zar zor çıkan sesi boğazına düğümlenen çaresizlik ve acı ile daha da boğuklaştı. Bera da dolan gözleri ile onu rahatlatmak için Aden’e sarıldı ve saçlarının üzerine bir öpücük kondurdu. Kız belli belirsiz bir sesle: -“Ben o zaman öldüm sanırım” Bera, gözlerini kapatıp bu kelimelerin hiç yaşanmamış olmasını hayal etti. Ameliyathanede yaşadığı acılar tekrar yüreğine dolarken kıza daha sıkı sarılıp: -“Geçti, hepsi geride kaldı. Artık buradasın ve ben yanındayım.” Birkaç dakika sonra ikisi de ağlamalarını durdurmuş sarılmaya bir son vermişlerdi. Bera geriye doğru çekildiğinde Aden anlatmaya devam etti: -“Bir süre ne oldu bilmiyorum. Hiç bir şey hatırlamıyorum. Bir gün aniden senin kahkahanı duydum ve tekrar hayata döndüğümü anladım. Günlerce denedim ama gözümü açıp hakkımda konuşup gülüşen size bir türlü haddinizi bildiremedim.” İkisi de gülmeye başladı. Aden’in kahkahası zayıf ama neşe doluydu. -“Yani Selen ve benim konuşmalarımızı duyuyor muydun?” -“O Selen’i bir elime geçirirsem!! Sen bir de onun çocukluk maceralarını dinle asıl.” dedi. Gülerken kardeşinin onun için yaptıklarına duyduğu minnettarlıkla gözleri tekrar doldu. Bu sefer akmalarına izin vermedi. Gözlerini açıp kapadı ve: -“Bu arada ‘çikolatalı pasta yüzündendi’” dedi. Bera, onun ne hakkında konuştuğuna anlam veremeyen gözlerle bakınca: -“Deftere yazdığın son sorunun cevabı. Düğün fotoğraflardaki pasta çok güzel görünüyordu.” dedi çocukken yaptığı saçmalığa gülerek. Sevdiği kadının kahkahasını duymak için kendininkini bastıran Bera, kalktı. Camın önüne koyduğu defteri eline alıp sallayarak: -“O zaman asıl soru ‘Yıldız’ kim?” Düşünüyor gibi yaptı. Yutkunup boğazını ıslattıktan sonra en derin sırrını vermek üzere dudaklarını araladı: -“Şu durumda o, sen oluyorsun” Bera, şanslı günündeydi. Gülümsemesine engel olamıyordu. Yüreğinden geçirdiği her dileği gerçekleşiyordu bugün. İlk defa yaşadığı aşk hayatında en muhtemel rakibi kendiydi. Daha fazla detay duymak istedi: -“Nasıl yani? Beni tanıyor muydun?” -“Öyle değil.” dedi Aden. “Bir gün aşık olacağımı düşündüğüm kişiye yazdığım cümlelerdi onlar.” Elini zorlukla yüzüne götürdü ve utancını gizlemeye çalıştı: “Biliyorum çok saçma ama etrafımda dertleşecek pek fazla kimse olmadığı için gelecekte bana değer verecek olan kişi ile onu tanımadan sohbet ediyordum aslında.” Bera, kızın yaşadığı yalnız hayattan daha önce haberdar olup onun bu sorulardan ibaret olan sohbetine cevaplarla dahil olabilmek istedi. Bu istekle birlikte içinden yoğun bir pişmanlık sancısı geçti ve ağzında bir pas tadı bırakıp uzaklaştı. Kızın ona hayranlıkla bakan gözlerine değince gözleri, kendini toparladı. Ciddileşmiş yüzünü yumşatıp kıza doğru yürüken: -“İşin zor Aden. Burada cevaplanmayı bekleyen yüzlerce soru var” dedi. Kız da komidinin üzerindeki günlüğüne bir bakış atarak: -“Sanırım senin de. Oraya ‘Yıldız’ım’ için yüzlerce soru yazdığımı hatırlıyorum” dedi. İkisi de birbirine gülümsedi. -“Ama bunu daha sonraya saklamalıyız sanırım. Çünkü ben çok yoruldum” deyip kendini yastığına gömdü Aden ve o anda uykuya daldı. Bera, kıza ‘iyi geceler busesi’ni verdikten sonra sandalyeye oturdu ve onu izlemeye başladı. Az önce baktıktan sonra komidinin üzerine bıraktığı manzara resmi çarpınca gözüne ‘yeniden doğuş’ kelimeleri geldi aklına. Sevdiği kadın bunu gerçekten başarmıştı. Aden’in anlattıklarını aklında tekrar tekrar oynatmaya başladı. Bütün güzel hislerini tatmin ettikten sonra mantığına da aynı şansı vermek istedi. Bu hikayenin tıp için harika bir kaynak olacağını düşünüyor ve bu olayın başrolü olduğu için kendiyle gurur duyuyordu. Sadece makalelerde okuyabileceği mucizevi bir olay, onların da başına gelmişti. Kulağında Profesör Matsumo’nun sözleri çınladı: “Onu sev ve sevildiğini hissettir. Göreceksin uyanacak ve bu süreç seni inanılmaz bir bilgeliğe yönlendirecek.” Adamın bu kehaneti onu, şu an biraz ürkütmüş olsa da bunun, daha sonra değerlendirmeye değeceğini düşündü. Güneş doğmaya başlamıştı. Ayağa kalktı ve kendi odasına gitti. Bilgisayarda bir şeyler yapıp Can’ın odasına uğradıktan sonra, Aden’in yanına döndü. Kızın yatağındaki boşluğa uzanarak ona sarıldı ve uykuya daldı. Ertesi sabah Can işe geldi. Ofisine girdi ve önlüğünü giyerken masasında bir zarf gördü. Üzerinde gönderen ismi ve herhangi bir bilgi olmayan zarfı açtı ve içinden dört tane kağıt parçası çıkardı. Üzerlerinde Can’ın, Selen’in, Bera’nın ve Aden’in ismi yazıyordu. Kalkış: İstanbul Havaalanı (IST) Varış: Oslo, Gardemoen Havaalanı (OSL) Can, şaşkın bir şekilde bir ay sonrasına alınmış uçak biletlerine bakıp durumu anlamaya çalışırken biletlerin arasından ufak bir kağıt yere düştü. Eğilip aldı. Notu okuyunca aynı anda ağlamaya ve gülmeye başladı. Elindekileri masasına bırakıp koşarak odadan çıktı. “Kuzey ışıklarını izlerken sana masaj yapacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Sadece iyileşmekte olan biri için bir kalp doktoruna ve dünyanın en iyi dostuna ihtiyacımız var” Güzel haber: Aden beni tanıyor ve seviyor. P.S. Selen’e haber ver ve bizi bir süre rahatsız etme ~ Peri Annen Bera ve hayatının aşkı Aden’den -SON- _avsar_
0 Comments
Bera, kızın gözleri kapandığı anda, nefesini tutuyor olduğunu fark etti. Nefes almaya çalıştı ama bu kolay değildi. Yere yığıldı. 28 yıllık hayatını, kusursuz ve eğlenceli olmasına rağmen hiç kendi hayatı gibi hissetmemişti. Yıllarca şehir şehir gezip bir anlam, bir heyecan aramıştı kendine. Ama şimdi, Aden’in gözleri ile buluşunca gözleri, var oluşunun gizemini çözmüş gibi hissetti. Yüksek dozda adrenalin vücudunun her bir hücresine enjekte edilmişçesine kendini canlı ama bir o kadar da bitkin hissediyordu. Bu mutluluktan öte bir histi. Kalbi deli gibi çarpmaya devam ederken içeri giren hemşire telaşla Bera’ya yaklaştı ve onu yerden kaldırmaya çalıştı. Bera, hemşirenin elinden kurtuldu:
-“Onunla ilgilen” deyip kafasıyla Aden’i işaret ettikten sonra odanın zeminine dalan boş gözlerini delirmek üzere olan bir adamın bakışları ile değiştirip odadan ayrıldı. Bera, hiç bu kadar duygusal olmamıştı hayatında ve şu an bu duygu yoğunluğu ile nasıl başa çıkacağını bilemeden çatı katına doğru koştu. Kapıyı açar açmaz yüzüne vuran rüzgar onu biraz kendine getirdi. Düşme riskine önlem olarak duvarın üzerine yapılmış demirden trabzanlara dayandı ve gözlerini kapatıp nefesinin düzelmesini bekledi. Bir süre sonra, hemşirelerden Bera’nın durumunu duyan Can geldi. Endişeli bir şekilde Bera’ya neler olduğunu sordu ama Bera artık bu dünyada değil gibiydi. Endişesi katlandı, arkadaşını hızlıca sarstıktan sonra nihayet Bera ona baktı ve: -“Dünyada neden yaşadığını biliyor musun?” diye sordu. -“Herkesin illa ki bir amacı olmak zorunda değil” dedi Can bir yandan yaralanması var mı diye arkadaşını incelerken. “Ne oldu Bera?” -“Sanırım... ben buldum” dedi zorlayarak çıkardığı kısık bir sesle. -“Daha az önce her şey normaldi. Birkaç saat içinde seni bu hale getirecek kadar ne yaşadın, düzgün bir şekilde anlatır mısın artık?” dedi Can endişe ve merakla karışık bir ses tonuyla. -“Can, beni yıllardır tanıyorsun. Ne aradığımı ne istediğimi ama ona hiç sahip olamadığımı biliyorsun.” -“Hayatını senin hayatın gibi hissettirebilecek bir şeyler” dedi Can sık sık duyduğu cümleyi hatırlayarak. -“Onun gözlerini gördüm.” derken uzaklara doğru baktı Bera. Sesinde büyülü bir ton, gözlerinde akmaya hazır yaşlar vardı. “Bir anda gözlerini açtı, ona, onu düşündüğümü söyledikten sonra hemde. Gözlerinde ruh yoktu ama dünyam onlar tarafından ele geçirildi gibi hissettim. Aynı anda mutluluk, korku, keder ve umut... bütün hisler arka arkaya kalbime doldu sanki. Bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?” dedi ellerini kalbine dolan hisler gibi ileri geri sallayarak. -“Ona aşık mı oldun yani?” -“Ne? Aşk mı? Hayır, aradığım şeyi bulduğumu söylemek istiyorum.” -“Gözlerini açtığını görünce mutlu olmuşsun ve iyileşme ihtimaliyle umut dolmuşsun. Ama ya iyileşemezse diye endişelenmiş ve onu kaybetme korkusu yaşamışsın. Bu ona değer verdiğini ve onu kaybetmek istemediğini göstermez mi? Benim lügatımda dostum, buna ‘aşk’ derler” dedi ciddiyetini kaybetmeden bilmiş bir tavırla. -“Sa..sanırım” dedi Bera, arkadaşının hislerini böyle güzel sınıflandırıp onun için her şeyi berraklaştırmasına minnettar olarak. Bir yandan da sorgulamaya devam ediyordu ki arkadaşı düşüncelerini onun yerine dile getirdi. -“Nasıl yani? Yıllardır ülke ülke gezip ömrünü yeni keşiflere adayan sen, bir hastane odasında mı aydınlandın?” dedi Can, kaşlarını kırıştırıp olayın doğruluğunu sorgulayan bir tavırla. -“Öyle gibi” dedi Bera. Bunun doğruluğundan kendi de emin değildi. Elleri ile hızlıca saçını yolarcasına kafasını kaşıdı. “Bilmiyorum, Can” -“Aşktı yani.”dedi Can kafasını kaldırıp mavi gökyüzündeki ara ara yayılmış bulutlara doğru nefesini vererek. -“Ne?” -“Aradığın şey. Eksik parçan. Seni tamamlayacak olan şey, aşkmış. Bunu neden daha önce akıl edemedim ki. Kendime güzel bir tokat atasım var.” -“Ama...” dedi Bera. Can’ a hak veriyordu vermesine fakat bu hislerle nasıl baş edeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. -“Korkma!” dedi Can, Bera’nın gözlerindeki endişeleri fark edince, onun omuzunu sıkıca tutarak. “Aşk, korkulması gereken bir şey değil. Aksine peşinden koşulması gereken bir şey. Bu hisler senin için çok yeni, farkındayım. Ama dostum, dinle beni!...Bırak içine dolsunlar. Sen farkında olmasan da gönlün bunun için yeterince geniş. Bütün hepsini güzelce karşıladıktan sonra arkana yaslan ve sana Aden’e bağlanma sürecinde yardımcı olmaları için onlara izin ver.” Bera, Can’ın konuşması ile fazlasıyla ikna olmuştu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle kalbine dolan bütün hisler Aden’in şeklini aldı. Can’a döndü: -“Birkaç dakika önce hayatımın anlamını ve sanırım hayatımın aşkını buldum.” Başta sakince başlayan cümlesi sonlara doğru titremeye başladı. Gözleri dolarken ağzından dökülen cümle “Ama o, şimdi uyanma ihtimali düşük olan bir komada” oldu. Can’ın içi parçalandı arkadaşının çaresizliğine. Ona: -“Şunu düzeltelim: ‘Uyanma ihtimali olan’” dedi vurgulayarak. Bera’nın yüzündeki kederi görünce biraz duraksadı ve ekledi. “Ben yanındayım arkadaşım.” Bera, sessizce ağlamaya başladı. Can, dakikalardır ağlayan arkadaşını, bir süre kendi başına bırakmanın ona iyi geleceğini düşünerek oradan ayrıldı. Aden’in odasına gitti ve Selen’le karşılaştı. Ona durumu yüzeysel bir şekilde anlattı. Bera’nın, rüyasından sonra, Aden’le arasında bir bağ oluştuğundan ve muhtemelen bunun aşk olduğunu düşündüğünden bahsetti. Bu süreçte onları bir süre yalnız bırakmasını rica etti, bu durumun ikisine de iyi geleceğini ekleyerek. Selen duyduklarına şaşırmıştı. Can’ın anlattıklarını bir masal gibi dinledikten sonra daha fazla detay öğrenmek için onu soru yağmuruna tuttu. Aldığı cevaplar ve doktorun samimi bakışları ile en sonunda ikna oldu. Selen, Doktor Bera’nın böyle yoğun hislere sahip biri olacağına ihtimal bile vermezdi. Ama durum buysa onlara yardımcı olmaktan zarar gelmeyeceğine inanarak Can’ın isteğini yerine getireceğine söz verdi. Hastaneden ayrılmadan önce, kardeşinin ona karşı hisleri olan bir erkek karşısında daha güzel görünmesini istediği için onu temizledi. Onun saçlarını taradı, hastane kıyafetleri yerine beyaz, ufak çiçekleri olan bir elbise giydirdi. Hafif bir makyaj yaptı ve onu en zarif pozisyonda uyumaya bıraktı. Güzel bir atmosfer oluşturmak için Aden’in telefonundan müzik listesini açtı, şarkının sesini kıstı ve çantasını aldı. Odadan çıkarken, gözleri kan çanağına dönmüş doktor ile karşılaştı. Ona selam verdiği anda Can’ın anlattığı her şeyin kanıtını, Bera’nın gözlerinde gördü. Gerçekti. Bera, Aden için acı çekiyordu. Gözleri doldu ama kendini tutup kafasını çevirdi. Bera’ya Aden için getirdiği eşyaları gösterdi. İş yerinden acil çağrıldığı ve bir süre gelemeyeceği mazeretini uydurduktan sonra kardeşine iyi bakmasını rica edip gitti. Bera, taşıması ağır gelen vücudunu yatağın yanındaki koltuğa bıraktı. Gözlerini kapattı ve bir süre öylece kaldı. Rüya, tekrar gözlerinin önünde belirmeye başladı. Geçen sefer ağladığını gördüğü nilüferin, bu sefer her ne kadar yanına yaklaşamasa da gülümsediğini hissetmişti. Defalarca onu acı içinde bırakan rüya, ilk defa içine huzur doldurmuştu. Uyandı. Rüyanın güzel bir gelişmenin habercisi olduğundan emin bir tavırla Aden’e doğru yaklaştı. Kardeşinin Aden üzerinde yaptığı değişikliği yeni fark etmişti. Kalbinin çarpmasına engel olamadı. Karşısındaki kız komada olamayacak kadar güzel ve sağlıklı görünüyordu. Ona iyice bakmak için birkaç adım geri çekilirken eli komidinin üzerindeki telefona çarptı, telefon yere düştü. Bera, şaşkınlıkla: -“Ah, özür dilerim” dedi. Yanlışlıkla kapanan müziği tekrar açtı. Aden’in telefonunu eline alınca, yardımı olur umuduyla, onu daha yakından tanımak için karıştırmaya başladı. Müziklerine göz atıp tanıdık pek fazla şarkı bulamayınca, rastgele çalan şarkının eşliğinde ana menüye girdi. Kızın herhangi bir sosyal hesabı yoktu ayrıca galerisinde de sadece üç tane fotoğraf vardı. Resimlerin eski olduğu aşikardı. Kameraya gülümseyen kız oldukça mutlu ve enerjik görünüyordu. “Eskiden böyle görünüyordun demek” diye içinden geçirdi Bera. Ekranda gülümseyen güzel kızı görünce kalbi hareketlenmeye başladı. Gerçekten de aşık olduğunu hissediyordu yavaş yavaş. Telefondan gözlerini çekip bir Aden’e bir de kendine baktı. Berbat görünüyordu. ‘Harekete geçme vakti geldi’ diye düşündü. Çalmakta olan duygusal şarkı listesi yerine ‘Karışık’ isimli listeyi açıp hareketli bir melodi ile başlayan müziğin sesini yükseltti ve odadan çıktı. Başhekimin odasına gitti ve yoğun programından dolayı hiç dinlenemediğini söyleyip bir haftalık izin istedi. Başhekimin favori doktorları arasında olması ve mantıklı izin bahaneleri ona hep istediğini verirdi. Odadan çıkıp koşarak Can’ın yanına gitti, arabasının anahtarını attı ve valizinden birkaç güzel kıyafet getirmesini istedi. Can, ne olduğunu anlamamıştı ama arkadaşını eskisi gibi mutlu ve huzurlu gördüğü sürece onun için her şeyi yapmaya hazırdı. Nöbetçi görevliler odasına gidip hızlıca traş olduktan sonra bir duş alan Bera, arkadaşının onun için seçtiği siyah kot pantolonu ve beyaz hakim yaka gömleği giydi. Gömleğini pantolonun içine sıkıştırdı ve bir de kemer taktı. Çok da uzun olmayan saçlarını kurutup elleriyle hafifçe şekil verdi. Yüzüne ve ellerine lavanta kokulu kreminden biraz sürdükten sonra Can’a döndü: -“Nasıl görünüyorum?” Can onu baştan aşağı süzdü, arkadaşını her açıdan görmek için döndürdü, baktı ve yaklaşıp onu kokladı. -“Babannem gibi kokuyorsun” dedi. “Bu lavanta kokusundan ne zaman vazgeçeçeksin? Dedemin kullandığı tütün kokusunu keşfedince mi?” dedi alaycı bir sesle gözlerini devirerek. Arkadaşının kolundan tutup sürüklemeye başladı. “Neyse ki önümüzdeki hafta doğum gününde vermek için sana güzel bir hediye hazırlamıştım.” Can’ın odasına vardılar. Can, çekmeceden hediye paketini çıkardı ve yırtmaya başladı: -“Ben hediyemi verdim. Ona göre. Benden bir daha hediye falan istemek yok” dedi gülerek. Kutusundan çıkardığı parfümü arkadaşının üzerine sıkarken “ Öylesine almadım bunu, bu koku senin kişiliğine en çok uyan kokuymuş. Bunların testleri var biliyor musun? Eğer doğru bir testse belki ikinizin bağ kurmasına yardımcı olur diye düşündüm. Nasılım ama?” dedi. Zekasının övülmesini beklerken bir yandan da arkadaşının yeni parfümü hakkındaki yorumunu merak ediyordu. Birlikte kokuyu değerlendirmek için içlerine çektiler ve Bera: -“Gerçekten güzelmiş.” dedi. “İşte benim dostum ama tabiki de bunu bir doğum günü hediyesi olarak saymayacağım. Doğum günümde tütün kokusunu keşfetmeyi planlıyorum, belki buna özel bir şeyler hazırlarsın.” Göz kırptı ve gülüştüler. Kısa bir süre sonra Bera’nın yüzündeki gülümseme minnettarlık ile yer değiştirdi ve hızlıca arkadaşına sarılıp geri çekildi. Can gururlu bir şekilde gülümserken içinden arkadaşı için her şeyin iyi olmasını geçirdi. Son bir kez daha döndürüp baktıktan sonra Bera’ya onayı verdi ve Aden’in yanına gitmesi için onu gönderdi. Masasına oturduğunda, Aden için yapıyor olduğu araştırmaya devam etmek üzere klavyesine uzandı. Bera, odaya girdiğinde arka fonda bir rock müzik bütün sertliği ile çalıyordu. Gülümsedi. “Umarım bu onu uyandırmıştır” diye geçirdi içinden. Şarkıyı değiştirip telefonun sesini azalttı. Aden’ e yaklaştı: -“Merhaba, güzel bayan. Bugün çok şıksınız. Bu geceyi benimle geçirmek ister misiniz?” dedikten sonra kızın sol elini nazikçe tutup üzerine bir buse kondurdu. Aden’in yanına oturdu ve onu incelemeye başladı. Yanağında ufak bir siyahlık vardı, kız kardeşi makyaj yaparken bulaştırmış olmalıydı. Eliyle o siyahlığı hafifce sildi ve kızın cildinin pürüzsüzlüğüne değince parmakları, kalbi hızla çarpmaya başladı. -“Aceba daha önce karşılaşmış olsak benden hoşlanır mıydın?” dedi kısık bir sesle. O sırada Korece olduğu için sözlerini anlamıyor olduğu arka fonda çalan şarkıdan bildiği dilde bir cümle duydu: “Evet, bu gerçek aşk.” Bera’nın mantıksal zihnine hiç yatmasa da tesadüfler ve doğaüstü bağlantılar hoşuna gitmeye başlamıştı. İçindeki bilim insanını susturup aşkını yaşamaya karar verdi. Şarkıda geçen cümle her seferinde onu gülümsetti. Saatlerce Aden’in odasında vakit geçirdi, onunla konuştu, ona baktı. Bir süre sonra kalkıp odadaki eşyalara göz atmaya başladı. Dolapta on tane roman vardı ve hepsi de aynı yazara aitti. Bunun bir sebebi olduğunu düşündü ve içlerinde Aden’e dair ipuçları bulabileceğini umduğu kitaplardan birini seçti. Birkaç sayfa okuduktan sonra uykuya daldı. Saatler sonra odaya dolan güneş ışığı ile uyandı. Saat çoktan iki olmuştu. Kanepede tutulan vücudunu esnetirken Can, elinde, içi dolu bir kese kağıdı ile içeri girdi. Onunla birlikte odayı dolduran kızarmış patates kokusu Bera’nın iştahını kabarttı. İçinde en sevdiği kızarmış tavuk menüsünün olduğu keseye uzanırken Aden’i fark etti ve Can’ın kolundan tutup yavaşça odadan çıktılar. Sorunun ne olduğunu soran Can’a: -“O, orda serumla beslenirken yanında bu muhteşem menüyü iştahla yememi beklemiyorsun herhalde?” dedi Bera. Can gülümsedi ve birlikte Bera’nın odasına gittiler. Yemeklerini yedikten sonra kafeteryadaki kahve makinasından karton bardakta kahvelerini aldılar. Terasa çıkıp Aden hakkında ne yapabileceklerini tartışmaya başladılar. Somut bir tedavi yöntemi olmadığında hemfikir olduktan sonra Can, bir adım geri gitti ve arkadaşını süzmeye başladı. Keyfi yerinde, liseli bir aşık gibiydi. -“Yılların mantık uzmanı, duygu karşıtı Sayın Bera AYDIN sonunda aşık oldu demek. Anlatsana biraz, gerçekten onu görünce böyle kalbin çarpıyor mu hızlıca? Aden’i bir düşün bakayım” deyip boynundaki stetoskopun kulaklıklarını takıp diyaframını arkadaşının kalbine dayadı. Bera’nın hızlı kalp atışlarına hem şaşırdı hem çok güldü. Kulaklıkları çıkarırken: -“Beni öldürseler ya da zamanda yolculuğu icat edip bundan bir 50 yıl sonraya ışınlasalar yine de seni bir gün böyle aşık görebileceğim aklıma gelmezdi. Düşünsene Aden uyanınca ‘Sen de kimsin? Hiç benim tipim değilsin! Git buradan pis sapık!’ deyip seni başından atarsa aşk acısı mı çekeceksin yani? Daha neler!” diye uğraşmaya devam etti arkadaşıyla, naz yapan bir kız gibi taklit yapıp sesini incelterek. Bera’nın gözleri açıldı. Can’ın söyledikleri kafasında hayat bulmuş gibi yüzü düştü ve: -“Gerçekten de beni beğenmez mi dersin?” dedi. -“Eğer seni beğenmezse o zaman bir sorunu var demektir. Merak etme, ya kafasını ya da kalbini açar sorunun nerede olduğunu öğreniriz.” dedi kahkasasını zor tutarak. Bera hala şaşkın bir şekilde arkadaşına bakmaya devam ediyordu. Zekasına hayran olduğu arkadaşının, aşk konusundaki saflığı karşısında bir kez daha şaşkınlık yaşayan Can, dalga geçmeyi bıraktı. Boşta olan elini arkadaşının omuzuna götürüp hafifce sıkarken gururlu bir gülümseme ile birlikte ses tonunu ciddileştirdi: -“Bera, sen hayatımda tanıdığım en güzel insansın. Kendi ismim ve kalp sağlığının insan hayatında beyinden daha önemli olduğu konusu kadar eminim ki Aden uyanınca senden çok hoşlanacak. Ama tabiki uyanır uyanmaz olmaz bu işler. Sen onunla geçirdiğin vakti hatırlasan da, unutma, o seni hatırlamayacak. Tanıdıkça senin ondan hoşlandığın kadar o da senden hoşlanacaktır. Bera, hayatta görmeyi en çok istediğim halin buydu ama görebileceğime ihtimal vermiyordum. Seni böyle duygusal, aşık ve kırılgan görmek beni hem çok mutlu ediyor hem de korkutuyor.” -“Neden korkutuyor?” dedi Bera. -“Bilmiyorum. Bir anda çok fazla üzüleceğinden korkuyorum. Zor bir süreçtesin ama unutma dostum, ben her ne yaparsan yap senin yanındayım. Mesleğim ya da hayatım tehlikeye girse bile senin seçtiğin yolda, yanında olacağım.” biraz duraksadıktan sonra ekledi: “O yüzden bana bir söz ver.” -“Ne sözü?” dedi Bera dolan gözleri ve titreyen sesi ile birlikte. Arkadaşının cümleleri onu duygulandırmıştı. -“Her ne olursa olsun kolayca pes etme ve mücadeleye devam et. Sen Bera’sın. Benim arkadaşım yıkılmaz. Birlikte olduğumuz sürece her şeyi yapabiliriz. Anlaştık mı?” Kafasını öne doğru onaylarcasına eğdikten sonra müteşekkir bir gülümseme eşliğinde Can ile göz göze gelen Bera’nın yanağından damlalar süzülmeye başladı. Can’ın da gözleri doldu ve iki arkadaş terasta birbirlerine güç vermek için sıkıca kucaklaştılar. Can, sağ eliyle Bera’nın sırtını sıvazladı ve iki defa yavaşça vurduktan sonra: -“Yapabiliriz” dedi. Birbirlerinden uzaklaşmaya başladıkları sırada Can’ın telefonuna yoğun bakımdan bir çağrı geldi. Birkaç saniye sonra, Bera’nın herhangi bir acil durumda onu aramasını istediği, Aden ile ilgilenen hemşireden de çağrı gelince, ikisi de kahve bardaklarını atıp yoğun bakıma doğru koşmaya başladılar. Bera, hastanenin bitmeyecekmiş gibi görünen koridorlarında koşarken bildiği bütün duaları içinden geçiriyordu. Eğer Aden, kötü bir durumda ise ona nasıl yardımcı olabileceği ihtimallerini sıralamaya çalışıyordu ama beyni onunla işbirliği yapmayı reddediyordu. Yoğun bakıma vardıklarında hemşire durumu kısaca özetledi. Aden’in kalp ritminde bozukluk vardı, oksijen maskesi ile nefes alışverişini kontrol altına almaya çalışmışlardı ama komada olan bir hasta olduğu için Can’ı çağırmışlardı. Can, sorunun ne olduğunu anlamak için acilen yapılmasını istediği birkaç tane test ismi sıraladı. Hemşire ve iki intern Aden’in yatağını taşırken Bera, Aden’in gözlerinden akan iki damla yaşı gördüğü anda çoktan yere yığılıp ağlamaya başlamıştı bile. Şu iki günde ömrü boyunca döktüğü gözyaşlarından fazlasını dökmüştü. Can, Bera’yı kolundan tutup kaldırdı: -“Kendine gel. Şimdi bunun sırası değil.” dedi. Bera bilinçsiz ve ruhsuzca kafasını salladı. -“Bera! Bunu yapabiliriz dedik. Sorun her ne ise birlikte çözebiliriz. Sen bu hastanenin en iyi beyin cerrahısın ve iznin şu andan itibaren bitti. Sana ihtiyacım var dostum.”dedi sesini yükseltip Bera’nın faaliyette olmayan zihnine ulaşmış olmayı umarak. Bera kafasını kaldırdı, gözyaşlarını sildi ve kafasını salladı: -“Gidelim” dedi titrek bir ses ama güven veren bir bakışla. Aden, testlere sokulmuştu. Can sonuçları incelerken Aden’in kalbinde bir kan pıhtısı olduğunu gördü ve ameliyathaneyi hazırlamalarını istedi. Kendisi de ameliyata hazırlanmak için gittiğinde, kızın baş ucunda boş boş duran Bera’nın aklına Japonya’daki tezgahtar kadının yaptığı ritüel geldi. Şu an her türlü batıl inancın bile yardımı dokunabileceğini düşündü. Koşarak odasına gitti, iş kıyafetlerini giydi ve çantasından camdan Sakura çiçeğini alıp geri döndü. Çiçeği sıkıca tutarak bütün içtenliği ile Aden’in iyi olmasını diledikten sonra, onu Aden’in sol avcunun içine yerleştirdi. Aden’in kalp ritimleri azalmaya, değerleri düşmeye devam ediyordu. Bera, Aden’in içindeki nesne ile kapatılmış olan sol elini ve kolunu sıkıca tutup kıza yalvarır bir tonda: -“Ne yapıyorsun Aden, nereye gitmeye çalışıyorsun?” dedi. Gözlerine dolan yaşları serbest bırakarak kıza doğru eğildi, kafasını onunkine dayadı ve: -“Lütfen benimle kal, lütfen. Aden, lütfen gitme!” diye fısıldadı. Görevli olan personeller geldi ve Bera’nın elini bırakmadan takip ettiği kızı hastanenin alt katındaki, büyük ve karanlık ameliyathaneye götürdü. Demir kapılardan içeri girerlerken, internlerden biri Bera’yı durdurmaya çalıştı ama Can, ona başıyla Bera’ya izin vermesini istedi. İntern, aklı başında olmayan doktorun ameliyat önlüğü ve beresini giymesine, ellerini yıkayıp maskesini takmasına yardım ettikten sonra onu içeri aldı. Operasyon başlamıştı. Can gergindi ama işinin uzmanıydı. Kendine güvenini bozmadan dikkatli bir şekilde kan pıhtısını aldı ve açtığı yarayı kapatmak için dikiş attı. Aden’in hayati değerlerini kontrol etmek için geri çekildikten birkaç saniye sonra makinalar hızlıca ötmeye, kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Aden’in kalbi duruyordu. Can, kalp masajına başladı, ara ara elektroşok verdi ama düzelme olmadı. Yaklaşık üç dakika boyunca, Aden’i hayata döndürmeye çalışan Can’ın, alnından yüzündeki maskeye doğru terler akmaya, kolları güçsüzleşmeye başladı. Bera, Aden’in baş ucuna geçmiş, kafası onunki ile aynı hizaya gelecek şekilde üzerine doğru eğilmişti. -“Hadi Aden, bunu yapabilirsin!” deyip kızın bonesinin açıkta bıraktığı alnına bir öpücük kondurdu. Aden’in hayati değerleri yükselmeye başladı. Can, kalp masajını yavaşlattı ve geri çekildi. Bera ile göz göze gelip birbirlerine gülümsediler. Bera, kahkaha atıp zıplamamak için kendini zor tutuyordu. Tam rahat bir nefes almışlardı ki Aden’in kalp ritmi tekrar bozuldu. Bu sefer hayati değerleri öncekinden daha hızlı düşüyordu. Can, hızla tekrar kalp masajına başladı, yanındaki hemşirelere aleti şarj etmeleri ile ilgili bir şeyler bağırıyordu. Elektroşok yapacağı sırada Bera’ya bağırdı: -“Ben bunu yaptıktan sonra az önce her ne yaptıysan tekrar yap. Bunun seninle alakalı olduğuna eminim. Çekilin!” Bera, şoktan sonra kızın yüzüne doğru eğildi, alnını tekrar öptü. Bütün içtenliği ile. Hiçbir değişiklik olmadı. -“Lanet olsun!” dedi. Kızın ağzını ve burnunu kaplayan şeffaf maskeyi hızlıca çıkardı ve Aden’in burnuna bir buse kondurdu. -“Aden, lütfen!” dedikten sonra gözlerini sıkıca kapattı. Kapanan gözlerinden kaçan bir damla kızın yanağına düşüp oradan aşağı süzüldü ve Bera dudaklarını Aden’inkilerle buluşturdu. Birkaç saniye öyle kaldıklarında Aden’in kalp ritmi düzelmeye başladı. -“Aden, lütfen!” demeye devam etti Bera maskeyi tekrar eski yerine yerleştirirken. O sırada kızın sol avucunda olan camdan Sakura yere düştü ve kırıldı. Bera’nın bütün umutları da, inancını ve dileklerini sakladığı o nesne ile paramparça oldu. Çaresizlik dolu gözleriyle Aden’e baktı. Kız, aniden derin bir nefesle gözlerini açtı. Bera’nın gözleri kocaman oldu. Bu, geçen seferkinden farklıydı. Ani bir refleks ile değil de sanki uyanmış gibi bakıyordu. Kızın kahverengi bakışları, Bera’da kalan son bilinç damlasını da kaybetmesine neden oluyordu. Işığın, Aden’in uzun zamandır açılmamış ürkek gözlerini aldığını fark edince ona doğru eğilip tepesinde parlayan lambaları engelledi. Kızın yüzünü kaplayan maskeyi çıkardı. Onun kafasını tutarak: -“Aden!” dedi. Aden’in dudakları belli belirsiz bir şekilde yana doğru kıvrıldı. Gözleri birkaç saniye daha açık kaldıktan sonra akan gözyaşları eşliğinde tekrar kapandı ve kalp ritmini ölçen makinadan kesintisiz bir sinyal sesi geldi. Ameliyathanedeki herkes, kızı hayata döndürebilmek için yorgun düşen doktorun söylediklerini acele bir şekilde yerine getiriyordu ama Bera için zaman orada durmuştu. Yarım dakika kadar Aden’e bomboş gözlerle bakarak durduktan sonra, Bera, yüzündeki maskeyi sertçe çekiştirip çıkardı. Aden’in yatıyor olduğu demir masaya bir tekme attı ve yere yığıldı. Her şeyin bittiğini düşündü. Can, yaklaşık üç dakikadır durmadan kalp masajı yapmaya ve şok vermeye, arada birkaç enjeksiyon yaptırmaya devam ediyordu. Bunu yaparken sürekli Bera’ya sesleniyordu. -“Bera! Kendine gel!” -“Bera!” -“Bera!” -“Verdiğin sözü hatırla! Beraber yapabiliriz hadi!” Ama artık tükenmişti. En sonunda geri çekildi. Bunu gören asistan doktor: -“Ölüm saati...” deyip gözlerini duvardaki kırmızı ışıklı dijital saate dikince Bera sinirle yerinden kalktı. -“Hayır! Hayır!” dedi gözlerindeki yaşları silerken. Can, bunu görünce rahatladığını gösteren derin bir nefes verdi ve son bir defa daha denemek için ikisine de umut veren o cümleyi duydu: -“Onu, beyni hasar almadan geri döndürebilmemiz için son bir dakikamız daha var.” Birbirlerine tekrar umut dolu gözlerle baktılar. Can kızın göğsüne ellerini yerleştirip var gücü ile bastırmaya başladı. Bera ise Aden’in kulağına eğilip: -“Aden, ben Bera. Seni, seninle hiç konuşmadan, gülüşmeden, gözlerine dahi uzun uzun bakamadan seven adamım. Rüyalarımdaki nilüfer, şu an içinde bulunduğum umutsuzluk ve kederim içerisinde çiçek açmanı bekliyorum. Aden, seni seviyorum. Lütfen, gitme. Aden beni sensizlikle bir başıma bırakma.” Kısa bir nefes alıp sesini iyice kısarak “Kurtar beni.” dedi rüyalarındaki ile aynı çaresizliği taşıyan bir ses tonuyla. Devamı için Part 3'e bakınız... Bir insanın hayatı ne kadar güzel olabilecekse o kadar güzeldi Bera’nınki, dışarıdan bakınca. Onu çok seven varlıklı bir aileye ve her an derdini dinlemeye hazır olan arkadaşlara sahipti. Şehrin güzel bir yerinde, gecenin karanlığında parlayan ışıkların bir deniz gibi dalgalandığı manzarayı izleyebileceği büyük bir evi ve bakanı dönüp tekrar baktıran bir arabası vardı. Hayallerini süsleyen metalik gri Porshe’sini hemen her hafta seyahat etmek için kullanır ve istediği her yere izin günlerinin erken saatlerinde yola koyulurdu. Gezip görmediği az ülke ama bir sürü şehir vardı. Farklı yerlerde gezinmek, yaşadığı sorunsuz hayatına anlam araması için bulduğu en iyi yollardan biriydi. Diğeri ise açık havada tenis oynamaktı, en yakın arkadaşı Can ile birlikte. Seyahat etmeye fırsatı olmadığı zamanlarda, tenis kortundaki gizli mekanlarında Can’la yaptığı uzun muhabbetler ve tenis oynarken akıttıkları ter, Bera’yı kusursuz bir film karakteri olmaktan çıkarıp gerçek bir insana dönüştürüyordu.
Bera’yı gören herkes, zengin bir aileden gelen, çalışkan, yakışıklı ve kusursuz bir hayata sahip bu delikanlıyı kıskanmadan edemiyordu. Onu tanımayan insanların düşündüğünün aksine, Bera’nın kalbinde ukalalık ve kendini beğenmişlikten eser yoktu. İnsanlar yaklaşmaya çekinseler de o bütün sıcaklığı ile arkadaşlık kurar, çevresine mutluluk yayardı. Sahip olduklarının kıymetini bilen ve hayatının tadını çıkaran bir gençti. İyi bir evlat ve iyi bir doktor olduğuna hiç pişman değil aksine bu durumdan çok memnundu ama kendi hayatını bir masal okur gibi yaşıyor olmak onu zaman zaman boşluğa sürüklüyordu. “Uzman Doktor Bera AYDIN, acilden bekleniyorsunuz. Uzman Doktor Bera AYDIN, acilden bekleniyorsunuz.” Yoğun ve karman çorman bir hafta geçiriyordu Bera, acil çağrısı ile başladığı bu gün gibi. Alışkın olduğu bir durum değildi bu, her şeyin yolunda ve kusursuz ilerlerdiği hayatında. Odasında yığılı olduğu sandalyeden kalktı ve acile koştu. Birkaç paramedik, hızla sürükledikleri bir sedye ile Bera’nın yanından geçti. Muayene bölmesine vardığında onlardan hastanın durumunu öğrendi. Aden BULUT. Kadın. 24 yaşında. 5 gün önce aşırı dozda uyku ilacı içtiği varsayılıyor. Yalnız yaşadığı ve ulaşılamadığı için ilaçları ne zaman içtiği kesin olarak bilinmiyor. Bugün kardeşi ona ulaşmış ve bu halde bulmuş. Bilinci kapalı ve kalp ritmi düzensiz. Bera değerlere göz atarken, yanında beliren asistanlara yapmalarını istediği testleri söyledi ve onlar koşarak uzaklaştığında, sedyeden yatağa taşınmış olan kıza bazı kontroller yaptı. Asistan doktorlardan biri gelip hastanın yattığı yatağı, testlere götürmek için sürüklerken Bera’nın gözü yere çökmüş bir kıza takıldı. Kızın bakır renkli saçları ve beyaz bir cildi vardı ama yaşadığı şok ile yüzü bir hayaleti andırıyordu. -“Hasta yakını mısınız?” dedi. Ağlamasının ve hıçkırıklarının arasında doktorun uzaktan gelen sesini duyunca, kız, yavaşça doğruldu ve: -“Evet. Ben Selen. Kardeşiyim. Şey.. O... yaşayacak mı?” dedi kesik kesik cümlelerle. -“Bir takım testler istedim. İlacı ne zaman içtiğini ya da vücudunda ne gibi etkiler bırlaktığını henüz bilmiyoruz. Testleri yaparken sizin de hastanın kaydını yaptırmanız gerekiyor. Sonuçları alınca tekrar görüşürüz.” Kız, hızlı adımlarla danışmaya ilerledi. Gerekli belgeleri sordu. Kardeşinin, acele ile topladığı çantasını bir süre karıştırdıktan sonra istenenleri buldu ve kaydını tamamladı. Gördüğü bir sandalyeye bıraktı halsiz vücudunu. Titremesini durduramadığı dizini tutup doktoru beklemeye başladı. Bera, test sonuçlarını aldı ve inceledi. Kan testinde birlikte kullanılmaması gereken iki farklı uyku ilacına rastladı. Hastanın geçmiş kayıtlarını incelediğinde, uzun süreli insomnia tedavisi gördüğünü öğrendi. Kullanılan iki ilaç da reçeteliydi ama birini kullanmayı bir hafta önce bırakmış olması gerektiğini gördü. Kandaki, çok da yüksek olmayan ilaç oranına bakınca, kızın bunu bilinçli bir şekilde yapmadığını, şu anki halinin sadece bir hata sonucu olduğunu düşündü. Hastanın beynindeki bir kısım zarar görmüştü, hasar çok ciddi değildi ama uyanması ve sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilmesi de uygulanacak tedaviye vereceği tepkiye bağlıydı. Bera, Selen’in yanına gitti ve durumu ona açıkladı. Kardeşinin şu an komada olduğunu ve ona bir süre yoğun bakımda tedavi uygulanacağını söyledi. Kardeşi için endişelenen kız günlerce hastanede kaldı. Zayıf vücudu iyice kurumuştu. Kardeşini daha önce bulamamış olmanın verdiği vicdan azabı ile ağzına aldığı her lokma midesine varmadan geri çıkıyordu ve kızın bu halini gören bütün hastane personeli, buna Bera da dahildi, ona üzülüyordu. Aden’in odasının dışında oturduğu zamanlarda, boş boş camdan dışarı bakıyor ya da telefonu ile uğraşıp, arkadaşlarının mesajlarına yanıt veriyordu. Günde en az üç kez arayan sevgilisi ile konuşup telefonu kapatacağı sırada aklına geldi. Bu, Aden’in yoğun bakımdaki beşinci günüydü ama telefonu hiç çalmamıştı. Şarjı bittiği için kapanmış olabileceğini düşündü. Elini, yanındaki çantanın dibine sokup biraz karıştırdıktan sonra, telefonu çıkardı. Açıktı ve çalışır durumdaydı. Çağrı listesine girdi. Sadece çalıştığı okulun müdür yardımcısından 3 cevapsız arama görünüyordu. Mesajlara girdi ve: ‘Mazeretsiz olarak okula gelmediğiniz için hakkınızda işlem başlatılacaktır’ yazısını gördü. Öfkeden deliye dönmüştü. Kardeşinin ona değer veren bir tane bile arkadaşı olmamasını hem aklı almıyordu hem de bu duruma içi parçalanıyordu. Bir anlığına kendini onun yerine koyduğunda aklında beliren fikir onu korkutmuştu. ‘Aden, intihar etmiş olabilir miydi?’ Koşarak hastaneden çıktı. Eğer bu düşüncesi doğruysa arkasında birkaç kelime bırakmış olmalıydı, bolca küfür içeren. Taksiye bindi. Kardeşinin yaşadığı eve ulaşmadan hemen önce çalıştığı okulu gördü. Taksiyi durdurdu, bahçedeki öğretmenlere iğrenen bir bakış attıktan sonra, okula girdi. Girişteki güvenlik görevlisine, mesajı atan müdür yardımcısının odasını sorup hızla oraya gitti. Öfkesine sahip olmakta zorlanarak kardeşinin durumunu anlattı. Yazdığı mesajın saçmalığından onu haberdar ettikten sonra, odasının kapısını çarpıp çıktı. Aden için sakin kalmalı ve uyandığında hala çalışabileceği bir mesleği olduğundan emin olmalıydı ama bu değer bilmeyen insanların arasında çalışmaktansa böylesinin daha iyi olduğuna kendini ikna etti. Okula çok yakın mesafede olan, kardeşinin yaşadığı eve doğru yöneldi ve içeri girdi. Aden’i, yarı ölü bulduğu yatağın dağınıklığına bakınca yaşadığı korku dolu anlar tekrar yüreğine doldu. Başını sallayıp gözlerinin önünde beliren sahneyi uzaklaştırmaya çalıştı ve buraya ne için geldiğini kendine hatırlattı. Aden’in odasının altını üstüne getirirken mat siyah, kalın ve fazlaca aşınmış olan bir defter buldu. Üzerinde birkaç çıkartma vardı ve kapağında ‘YILDIZ’IMA’ yazıyordu. Anlam veremedi ve bir sayfa açıp göz gezdirdi. Bu bir günlüktü. Günü gününe yazılmamıştı ama Aden, hissettiklerini dökmüştü tarih atılmış sayfalara. Birkaç sayfaya göz gezdirip daha sonra detaylıca incelemek için, defteri çantasına koydu. Eve biraz daha bakındıktan sonra herhangi bir intihar notu bulmadığı için rahatlayarak sıcak bir duş almak için banyoya girdi. Duş onu kendine getirmişti. Kardeşinin dolabından bir tshirt ve bir pantolon giydikten sonra çıktı. Hava kararıyordu. Hastaneden içeri girip yoğun bakım bölümüne doğru yürüyordu ki, Bera’nın, yanındaki birkaç doktorla birlikte, koşarak yoğun bakıma girdiğini gördü. Endişeyle onları takip etti fakat içeriye alınmadı. Odanın dışında kızgın kozlardan kaçınmaya çalışan biri gibi yukarı aşağı gidip gelirken bir yandan da ağlıyordu. Kısa bir süre sonra Bera odadan çıktı. Selen’in korku dolu yüzüne bakıp: -“Uyguladığımız tedaviye cevap verdi. Beynindeki hasar büyük oranda düzeldi ama kalıcı bir etki bırakıp bırakmadığını, ancak Aden uyandıktan sonra öğrenebiliriz.” dedi. Selen sevinç ve keder arasında gidip gelirken: -“Nasıl bir etki?” dedi titrek bir sesle. -“Kesin olarak söylemesi zor ama konuşma bozukluğu ya da uzuvlarını kullanmada yetersizlik oluşabilir.” Az önce duyduğu cümlenin yarattığı şok ile daha fazla ayrıntı almanın onu üzmekten başka bir işe yaramayacağının farkına vardı ve diğer sorusuna odaklandı: -“Pe..ki, ne zaman uyanacak?” diye sordu kekeleyerek -“Bilemeyiz. Şimdilik onu normal odaya geçirip sadece durumunu kontrol altında tutmaya çalışacağız. Gerisi tamamen ona kalmış ama uyanma ihtimali gerçekten düşük. Olur da uyanırsa bu süreç birkaç hafta da sürebilir birkaç yıl da. Kendinizi buna hazırlamalısınız.” dedi çok fazla umut vadetmeyen ama ilgili bir ses sonu ile. Kızın tepkisini bir süre gözlemledi ve bayılmayacak durumda olduğundan emin olunca yavaşça yanından ayrıldı. Ertesi gün Aden, yoğun bakımdan çıkartılıp normal bir odaya alındı. Burada ona refakat etmek, Selen için, önceki durumla karşılaştırılınca, tam bir lükstü. Beyaz duvarlı oda, geniş ve havadardı. Güneş ışığını, zerresine dokunmadan içeri aktaran, büyük bir de penceresi vardı. Selen, üç gün daha kardeşi ile birlikte kaldıktan sonra işe dönmesi gerektiği için hastaneden ayrıldı. Kardeşine beş saatlik mesafedeki bir şehirde, bir reklam firmasında pazarlamacı olarak çalışan Selen, iş yerine döndü ve müdürüne durumunu bildirdi. Müdürü şartları değerlendirdi ve haftada bir gün işe gelmek zorunda olmadığını söyledi. Selen, her hafta Perşembe günü öğlen üçte yola çıkıyor ve Pazartesi gece bire kadar kardeşi ile kalıyordu. Fırsat buldukça okuduğu günlükten kardeşi hakkında yeni bilgiler ediniyordu. Hayalinin bir kitap yazmak olduğunu ve bir gün bir müzik bestelemek istediğini öğrenmişti mesela. O gün hastaneye giderken, önünden geçtiği çiçekçideki nilüferlerin, Aden’in en sevdiği çiçekler olduğunu da günlükten okumuştu. Her hafta o çiçekçiden bir tane nilüfer alıp Aden’in odasındaki vazoya yerleştiriyor önceki gelişlerinde aldıklarından solan varsa çıkarıp atıyordu. Zamanla Selen’in hayatı tamamen kardeşine odaklanmaya başladı. Ona vakit ayırmadığından şikayetçi olan sevgilisi ile ayrılmış, arkadaşları ile çoktandır birlikte zaman geçirmemişti. Kendi hayatı yolunda gitmiyordu ama Selen, sık sık, bunu, bir tanecik kardeşi bu hale gelmeden önce yapması gerektiğini düşündüğü için ağlıyordu. Fazlaca yoğun ve yorucu olan bu gelgitlerin arasında iki ay çoktan geçmişti bile ama Aden’in durumunda herhangi bir değişiklik yoktu. Selen, hastanede olduğu zamanlarda birkaç sefer Bera’ya rastlamış ve Aden’in ne zaman uyanacağını, durumunun nasıl olduğunu sormuştu. Aldığı cevap hep aynıydı: “Bu süreçte bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Biz sadece onun hayati değerlerini kontrol ediyoruz. Ne zaman uyanacağı tamamen onun elinde.” Artık, Bera’yı gördüğünde sadece başı ile selam verip yoluna devam ediyordu. Bu cümleyi bir daha duymak istemiyordu çünkü. Bera ise ilk zamanlar Selen’in gözlerindeki çaresizliği her gördüğünde üzülüyor ve onun olmadığı zamanlarda Aden’i ziyaret edip durumunda gelişme olup olmadığını kontrol ediyordu. Ama bir ay sonra bu kontrol sıklıkları azalarak kayboldu. Aden’in durumunu asistan doktoru kontrol ediyor ve hastanın hayati değerlerindeki değişiklikleri Bera’ya iletiyordu. Çoğu zaman iletecek bir şeyi bile olmuyordu. Güne başladığından beri ilk kez oturup birkaç dakika dinlenecek olan Bera, öğle arasının bitmesine dakikalar kala, bir bardak çay alıp odasına gitti. Çayını yudumlarken Aden ile ilgilenen asistanı, rapor vermek için geldi. Sorulu cevaplı kısa bir muhabbetten sonra hastanın komadan uyanmaya çalışır bir hali olmadığına hemfikir oldular ve genç doktor, Bera’nın odasından çıktı. Bera, çayından bir yudum daha alıp, sandalyesine yaslanırken düşüncelere daldı. Hastaneye geleli 78 gün olmuştu, fiziksel bir sorunu görünmüyordu ama hasta, komadan uyanmamıştı. Bir iç geçirdi ve kendi kendine artık uyanacağından ümidini keserek kısa bir üzüntü dalgasının içinden geçip gitmesine izin verdi. Acil hastalar ve iki ameliyat sonrası yorucu bir gün geçirmişti ve gün onun için hala bitmemişti. O gece nöbetçiydi. Herhangi bir acil çağrıya karşı tetikte beklerken karıştırdığı dergilerde bir nilüfer çiçeği dikkatini çekti. Varlığından daima haberdar olduğu o çiçek, o an onu büyülemişti sebepsizce. Resimdeki çiçek sanki çaresizce bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Uzunca dergiye baktıktan sonra üzerine daha fazla kafa yormayı bırakıp kendini uykuya teslim etti nöbetçi doktorların kaldığı odada, rastgele uzandığı bir yatakta. Belki yorgunluğunun belki dergideki resmin etkisi ile bir rüya gördü. Mavi ve mor tonlarının üzerinde dans ettiği beyaz bir nilüfer çiçeği, önünde uzanan gölde sessizce duruyordu. Her yer karanlıktı ama gökyüzünde salınması gereken ayın bütün ışığını çalmışçasına parlıyordu, nilüfer. Çiçeğe doğru bir adım attığı sırada göle düştü Bera, boğuluyor gibi hissetti ama nefes alabiliyodu. Kendini serin sulara bırakınca çiçek ona doğru yaklaştı ve derinlerden, belli belirsiz bir kadın sesi duydu: “Kurtar beni!”. Sesin içinde barınan acı Bera’nın tam kalbine saplandı. Gölün dibine doğru çekildiğini, nefes alamadığını hissetti ve soğuk terler içinde uyandı. Az önce yaşadıkları kesinlikle rüya gibi hissettirmiyordu. Hayatında hiç bu kadar acı dolu bir ses işitmemiş, böyle çaresiz hissetmemişti kendini. Ter ile ıslanmış yastığa tekrar koydu kafasını ve nefesini düzenlemeye çalıştı. Bir seminer için iki gün sonra Japonya’ya gideceğinden bugün nöbetçi olmasına rağmen yarın da çalışması gerekiyordu. Kafasını toplamayı ve tekrar uyumayı denedi ama rüya, onu kalbinin tam ortasında bir cam parçası ile terk etmişti. Yatakta saatlerce döndü, bir türlü uyuyamadı. Doğan güneşin parlaklığı, onu yeni bir güne çağırıyordu. Kalktı, hızlıca bir duş aldı odadaki banyoda ve giyinip çıktı. Şu anda bir hasta ile ilgilenip kafasını dağıtmak yapacağı en iyi şeydi. Acile doğru gitti, herhangi bir hasta yoktu. Tuhaftı. İnternlerle birlikte odaları visite başladı. Üç odaya sırayla girip çıktıktan sonra kontrol edeceği hastası da kalmamıştı. İnternler ile biraz sohbet edip kahvaltı niyetine bir bardak sıcak çay içtikten sonra odasına gitti. Koltuğuna oturur oturmaz gözlerinde beliren nilüferden, başını sallayarak kaçmaya çalıştı ama faydasızdı. Kim olduğunu sorup duruyordu kendine ama böyle çaresizce yardım isteyen sesin kime ait olduğuna verebilecek bir cevap bulamıyordu. Düşünceler içerisinde kıvranırken saat çoktan 10.00 olmuştu. En yakın arkadaşı Can, odasına girdi aniden. Kapının ani açılışı ve Can’ın enerjik sesi karşısında yerinden sıçrayan Bera, ona bir şey çaktırmamak için doğal davranmaya çalıştı. Can, Bera’nın üniversiteden arkadaşıydı. Beraber okumuşlar, aynı evde yaşamışlar ve çoğu seyahatlerini birlikte etmişlerdi. Bir süre farklı hastanelerin kadrosunda yer aldıktan sonra tıpkı hayallerindeki gibi aynı hastanede çalışma fırsatı bulabilmişlerdi sonunda. Kişilik olarak çok uyumlu olan arkadaşları, birbirinden ayıran tek konu ise uzmanlık alanlarıydı. Can, romantik bir kalp ve damar cerrahı iken Bera mantığa düşkün yeteneklerini beyin cerrahı (nöroşirürjiyen) olarak kullanmayı tercih etmişti. İkisi, bölümlerini seçtikleri zamandan bu zamana kadar hala bir insanda beyin sağlığının mı yoksa kalp sağlığının mı daha önemli olduğu konusunda ara ara tartışırlar, işi aşk ve mantık savaşına bağlayıp bitirilerdi. Tartışmaları çoğunlukla Bera kazandığı için Can da kendi alanının daha önemli olduğuna onu ikna edebilmek uğruna eline geçen her fırsatı değerlendiriyordu. Bugün de elinde birkaç belge ile bunu kanıtlamaya gelmişti. Kağıtları Bera’nın masasına koydu, sağ elinin avuç içi ile üzerilerine iki kez hafifçe vurarak: “İşte!” dedi. Yüzündeki gülümsemeyi silmeden sol elindeki kahveleri ve hamur işlerini masaya koydu. Bardağın birini Bera’ya uzattı. Her zamanki gibi double shot Cappucino. Bera’nın en sevdiği. Kahvenin kokusunu alınca biraz kendine gelmeye başlayan Bera: -“Yenilgilere doyamayıp hala böyle şeylerle mi uğraşıyorsun?” deyip iç geçirdi. Şu anda hiç bir şey anlamayacağını ve tartışacak gücü olmadığını bile bile, Can’ın getirdiği kağıtlara gönülsüzce göz gezdirmeye başladı. Bir cümle takıldı gözüne: “Mucize kurtuluş! 13 yıl komada kalan ve beyin ölümü gerçekleştiği düşünülen kadın, ondan vazgeçmeyen eşinin sevgisi sayesinde hayata döndü.” Bu kelimeler, birden, kalbine saplanan o cam parçasının hareket etmesine neden oldu. Bir an nefesi kesildi, elindeki bardak sallandı ve kalbi parçalanır gibi acımaya başladı. Lanet olası bu hissin sebebini bir an önce anlamak ve ortadan kaldırmak istiyordu. Can panikledi, kalbini tutarak nefes almakta zorlanan arkadaşının yanına giderek onu muayene etmeye başladı. Bera, onu durdurdu. Bu durumun fiziksel olmadığını çok net biliyordu. Zorlukla gözlerini açtı ve sıkıyor olduğu dişlerini biraz gevşeterek yüzüne saçma sapan bir gülümseme yerleştirdi: -“Ben iyiyim, sorun yok.” dedi. Can ile göz göze geldiklerinde, Can’ın endişeli yüzü ciddeleşti, ayağa kalktı ve: -“3 saniye içinde ne olduğunu anlatmazsan seni milyon tane teste sokar, kalbini açıp bakar sonra üstüne tükürüp geri yerine koyarım” dedi. Bunları yüzündeki ciddi ifade ile söylemiş olması Bera’nın gülmesine neden oldu. Onun acılı kahkahaları Can’ı daha çok sinirlendirdi: -“Bana inanmıyorsan böyle devam et? Ekstra soğanlı bir hamburger yedikten sonra dişlerimi bile fırçalamadan içine tüküreceğime emin olabilirsin. 1... 2” -“Bir rüya gördüm” dedi Bera, Can’ın son rakamı söylemesine izin vermeden. Tanışalı 10 yıldan fazla oluyordu ve henüz arkadaşının yaparım dediği şeyi yapmadığına şahit olmamıştı. Ayrıca anlatmak da istiyordu. Bu duruma çözüm bulabilecek, ona umut verebilecek tek kişi o olabilirdi, kim bilir. Rüyasını ve içindeki, onu endişelendiren acıyı sesli anlatınca kulağa çok saçma geldiğini düşündü ama bu tarz konularda Can, onunla alay etmeyecek tek kişi olabilirdi. Can, sol eliyle çenesini sıvazlarken az önce duyduklarına dair anahtar kelimeleri sıralıyordu: -“Nilüfer..., Kadın sesi..., Acı...” birden gözleri parladı ve aniden Bera’ya döndü: -“Bu...” dedi gizemli bir tona dönüştürdüğü sesi ve kıstığı gözleriyle “şu hastan ile ilgili olabilir mi aceba?” Bera, hiçbir anlam veremeyen gözlerle Can’ın tarot falı açan bir falcı gibi büründüğü mistik hallerine baktı. -“Varya hani şu iki ay önce uyku ilaçları ile komaya giren, günler sonra bulunup da hastaneye getirilen güzel kadın.” -“Sen onu nerden biliyorsun?” dedi Bera sorgulayıcı bir sesle. -“Hastanede güzel olan her şey benden sorulur. Bunu sorman hata.” deyip hafif ve ukalaca sırıttıktan sonra “aslında hemşireler konuşurken duydum kızın mükemmel görünmediğini ama saf bir güzelliği olduğunu söylüyorlardı. Merak ettim tabi, gidip baktım ama anlatılanlar az bile kalır. Kadınlar... kıskandıkları için kabul etmesi zor olmuştur herhalde. Kızın öyle bir güzelliği vardı ki gözleri kapalı yatıyorken gördüğümde ‘Vay be!’ dedim ‘Uyuyan güzel gerçek olsa böyle görünebilirdi’.” diye hızlıca konuşmaya başladı Can. Kurduğu her cümle ile ruh hali değişiyor ve değişen ruh haline mimikleri hızla ayak uyduruyordu. O, uyuyan güzeli hayal eden büyülenmiş gözleri ile tavana bakarken Bera, hayallerinin arasına daldı: -“Tamam da bunun, durumumla alakası ne?” -“Kızın odasına gittiğimde bir vazoda üç tane nilüfer çiçeği duruyordu. Bilirsin normalde gül ya da papatya gibi çiçekler olur odalarda. Ayrıca sanırım daha önce bir nilüferi hiç vazoda görmediğimden bana çok garip geldi. O sırada kızın, kız kardeşi girdi odaya, ben de vazoda neden nilüfer olduğunu sordum.” -“Ne dedi?” dedi Bera bir ipucu bulmuş dedektif heyecanıyla. -“Kız,.. bu arada ismi Aden biliyorsun değil mi?” -“Evet, ne dedi, ne dedi?” diye ısrarla sordu Bera konuyu kasıtlı olarak uzatan arkadaşına ters bir bakış atarak. -“Aden’in en sevdiği çiçekmiş nilüfer.” -“Nilüferi çoğu insan sever, bu mu yani vardığın sonuç?” dedi aldığı cevaptan tatmin olmayan ve durumu kendisi ile bağdaşlaştıramayan Bera. Kahvesinden bir yudum alıp, hafifleyen kalp sancıları ile arkasına yaslandı ve umursamaz bir şekilde gözlerini devirdi. -“Dinle.” dedi Can arkadaşının ilgisini çekmeye çalışan ses tonu ile. “Aden, aslında bir öğretmenmiş, İngilizce öğretmeni. Etrafı insanlarla donatılmış bir meslek olmasına rağmen Aden çok yalnızmış. Bu yüzden hep, kendi kendine zaman geçirir, kimseyle görüşmez ve konuşmazmış. Kardeşi bile Aden’in bu yalnızlığına çok şaşırıyormuş ama zamanında bunun için hiçbir şey yapamadığına da pişmanmış. Bunları anlatırken ağlamaya başladığı için daha fazla detay sormak istememiştim ama tam odadan çıkacaktım, kolumu tuttu.” -“Can, uzatma” dedi Bera gereksiz detayları seven arkadaşına boş bir bakış atarak. -“İçini dökmek istediğini fark ettiğim için sordum ‘Peki, aileniz? Onlar yanında değiller miydi?’ dedim. Kız daha çok ağlamaya başladı. Anne ve babası yıllar önce boşanmış ve kızlarını arayıp sormak akıllarına gelmezmiş genelde. Haliyle annesi, babası ve sosyal bir hayatı olan kız kardeşiyle pek iletişim halinde değillermiş. Sen beni dinliyor musun?” diye sordu birden anlattıklarına ara verip bilgisayar ekranında bir şeyler karıştıran Bera’ya. -“Demek ailevi meseleler yüzünden 13 yıldır insomnia tedavisi görüyormuş. Reçeteli ilaçlardı, aynı anda kullandığı ilaçlar, dozu da fazla yüksek olmadığı için çok üzerinde durmamıştım vakanın. İntihar olduğunu düşünmedim yani.” dedi Bera, Aden’in uzun süreli hasta kaydını inceleyip hafızasını iyice tazeledikten sonra. -“Ne? İntihar mı etmiş?” dedi kafasındaki hikaye ile bu fikrin uyuşma ihtimalini yoklayan Can. -“Bilmiyorum ama sana bir ileri sarma tuşunun lazım olduğundan eminim. Devam et bakalım, az önce, bu durumun benimle alakasına bugün gelecek misin diye kendimle bir bahse girdim de. Kazanırsam bana akşam yemeği ısmarlıyorsun bu arada” -“Her türlü yemekler benden yani” dedi Can, arkadaşına komik olmadığını söyleyen bir bakış atarak ve devam etti: -“Aden, kendini bir nilüfere benzettiği için onu çok severmiş. Kız kardeşi, Aden komaya girdikten sonra yazdığı günlüğü okumuş. Sanırım o da bunun bir intihar olduğunu düşündüğü için fikrini doğrulayacak bir şeyler aramış evinde. Neyse, günlük odadaydı ve bana da gösterdi. Şöyle yazıyordu:” biraz boğazını temizledikten sonra hatırladığı kadarını anlatmaya çalıştı: -“Ah...Nilüfer! Benim kadar yalnızsın sende kirli ve ıssız bir su kütlesi üzerinde. Gitmek istesen gidemezsin, ölmek istesen ölemezsin zamanın gelmeden. Etrafında yapraklar çoğaldıkça daha da yalnız görünüyorsun yüreğime. Köklerin derinlerde acı çekerken var olmak için, sen bütün ihtişamınla parlıyorsun yüzeyde. Nilüfer! Ben olan çiçek. Köklerinin saklandığı karanlık su altında sana eşlik edebilmek isterdim bütün varlığımla.” Yazılanları Bera’ya aktardıktan sonra tek seferde bütün satırları ezberlemiş olmasının şaşkınlığı ile gözleri parladı ve gamzelerini açığa çıkaran o ukala gülümseme tekrar yayıldı Can’ın yüzüne. Can kendisi ile gurur duyuyorken Bera derin düşüncelere dalmıştı. Rüyasını anlattıktan sonra Can’ın aklına Aden’in gelmesine hak vermeye başlamıştı. Bu rüya, onun yardım çığlığı olabilirdi. Komada olağanüstü durumlar yaşandığını duymuştu. Mantıklı değildi ama Can ile şimdiye kadar yaptığı tartışmaları dikkate alırsa böyle bir şey olabilirdi. Durumu çözdüğüne dair hemen umutlanmamaya karar verdi, bu sadece bir fikirdi. Düşünmeyi bıraktı, ayağa kalktı ve Aden’in odasına doğru koşmaya başladı. Can da onu takip etti. Birlikte odaya girdiler. Bera, Aden’i bizzat kontrol etmeyeli uzun zaman olmuştu. Uzun kahverengi saçları ve beyaz cildi ile günden güne erimiş ve komada olan insanların aksine ilginç bir şekilde güzelleşmişti. Az önceki muhabbetin etkisinden belki de, Aden, Bera’ya su yüzeyinde gördüğü parlak nilüferi hatırlattı. Aden’e bakınca kalbi kıpır kıpır oldu ve o anda anladı. Yalnız nilüfer çiçeği onu rüyalarında çağırmıştı. Can ile göz göze gelip, onun meraklı bakışlarını onaylarcasına başını salladı, gülümsedi. Bir anda gözlerinden elinde olmadan bir damla yaş aktı. Rüyayı gördüğü andan itibaren beynine işkence eden düşünceler yok oldu. Buna anlam veremiyordu ama içi huzur doldu. Aden’in kardeşi ne olduğunu anlamayan gözlerle, birbirlerine gülümseyen ve ‘Bulduk onu!’ ‘Ben demiştim!’ diyen doktorlara bakıyordu. Can, durumu fark edince bir açıklama uydurdu: -“Uzman Doktor Bera AYDIN’ı tanıyorsunuz, Aden acile geldiğinde onunla ve tedavi süreci ile ilgilenen beyin cerrahı.” -“Evet, birkaç kez denk gelmiştik ama sadece Aden’in durumunun uzun süre düzelemeyeceği hakkında konuşmuştuk.” dedi duyduğu aynı cümlelerden bezmiş bir ses tonuyla. “Ben, Aden’in kız kardeşi Selen, hatırlamıyor olabilirsiniz diye tekrar söylemek istedim.” -“Merhaba” dedi Bera bir saniyeliğine Selen’e bakıp. Gözlerini Aden’den ayıramıyordu. Daha önce onu defalarca görmüş olmasına rağmen böyle hissetmemişti. Şu an ise büyülenmiş gibiydi. -“Geçen günkü ziyaretimden sonra Aden hakkında Doktor Bera ile biraz tartıştık ve sanırım Doktor Bera, Aden için yeni bir tedavi yöntemi buldu” dedi Can göz ucuyla Bera’ya bakıp onaylamasını isterken. Selen’in gözleri parladı: -“Onu kurtarmak için her şeyi yaparım, kardeşimi şimdiye kadar ihmal etmem benim hatamdı. Eğer daha önce fark etseydim, eğer o gecenin sabahında onu aramış olsaydım....” diye pişmanlık içinde ağlamaya başlayınca Can, Selen’i sakinleştirdi ve Bera’ya kafasıyla ‘bir şeyler söyle’ işareti yaptı. -“Şimdi bunları düşünmeyin” dedi Bera. “Tedavi konusunda da kesin sonuç alacağımızı söyleyemem hatta hiçbir sonuç vermeyebilir ama elimden geleni denemek istiyorum. Bu konuda yardımınıza ihtiyacım var” diye devam etti. -“Ne lazımsa söylemeniz yeter” -“Size biraz garip gelebilir ama ben Aden’in ruhunun hala burada olduğuna inanıyorum. Onunla bağ kurmak, ona ulaşmak istiyorum. Bu yüzden sizden ricam ona dair, sevdiği, sevmediği ne varsa buraya getirmeniz ve bildiklerinizi bana anlatmanız.” Selen, boş gözlerle bir Bera’ya bir de Can’a baktı. Bunun işe yarar bir şey olduğundan emin olamadı. Can, Bera’ya haddini bildirmek için yaptığı araştırmanın işe yaramasının gururu ile neler bulduğunu basitce anlattı ve ekledi: -“Komada olan insanlar etraflarında olup bitenlerin farkında olabilir, Selen. Onu seven ve ona değer veren insanlar, düşük bir ihtimal de olsa komada olan insanları uyandırabilir. Açıklaması zor ama Doktor Bera’nın bu konuda başarılı olacağına inanıyorum” -“Neden?” diye sordu Selen, aylardır tek bir hoş sohbetine şahit olmadığı doktoru yargılayan bir bakış atarak. -“Orası biraz uzun bir hikaye. Ama Doktor Bera’ya güvenebilirsin, bunu yapıyor oluşunun sağlam bir sebebi var.” dedi Can. Arkadaşına karşı, onu tanımayan insanların önyargılarını kırmak uzmanlaştığı bir diğer alandı. -“Peki, ben eve gidip önemli ne varsa alıp geleyim.” dedi Selen çok da ikna olmamış bir ses tonuyla çantasına uzanırken. -“Ben yarın bir konferans için Japonya’ya gideceğim, üç gün içinde dönmüş olurum. Döner dönmez gelip tedaviye başlayacağım. O zamana kadar yalnızca önemli olan şeyleri değil, sizin için önemsiz görünen şeyleri de lütfen buraya getirin.” -“Tamam” diyerek ayrıldı Selen odadan. Can da arkadaşının omuzuna eliyle hafifçe dokunup Selen’i takip etti. Bağlı olduğu makinelerin sesleri ve Aden’in nefes alışverişleri ile dolu olan odada yalnız kalmışlardı. Bera, kafasını çevirip nilüferlere baktıktan sonra Aden’in kulağına doğru eğilip: -“Merhaba, Ben Bera. Şey... bu biraz garip ama rüyamdaki nilüfer gerçekten sen miydin?” dedi. Cevap vermiyor olan kıza uzun süre baktı. Sessizliği bozmak zorunda hissedip kendinden bahsetmeye başladı Bera. Yapmayı sevdiği şeylerden, ailesinden, arkadaşlarından ve şu an, burda olmasına neden olan o rüyadan... Başta çekingence ağzından dökülen cümleler sonradan bir nehir gibi akmaya başladı. Anlattıkça komada olan biri ile kendi kendine konuşuyor gibi değil de ruhunu dinginleştiren bir sohbet ediyormuş gibi hissetti. Durumun gizemine ve büyüsüne kapılmıştı ki telefonu çalmaya başladı. Gelen çağrı ile odadan ayrıldı ve işine döndü. Gün boyu Aden’i ve rüyayı düşündü. Etkisinden hala çıkamamıştı. Akşama kadar çalıştıktan sonra yorgun ve uykusuz bir şekilde eve döndü, valizlerini topladı ve beş saat sonraki uçuşu için yola çıktı. En yakın şehirdeki havaalanına gitmek üç saatini almıştı. Arabasını park etti ve valizini teslim ettikten sonra uçağa bindi. Onun için bitmek bilmeyen bir gündü bugün. Arkasına yaslandı ve uçak henüz havalanmadan çoktan uykuya dalmıştı. Burnuna bir çiçek kokusu geldi, tanıdık bir kokuydu ama ne olduğunu bulamadı. Uyanık olduğunu düşünüyordu ama gözlerinin önünde tekrar o göl ve nilüfer çiçeği belirdi. Nilüferi görünce, burnuna gelen kokunun ondan yayıldığını hissetti. Acı tekrar gelmişti yüreğine. Derin derin nefes almaya çalışırken yine suyun içine düştü, çiçeğin yanına gitti, sesi duyabilmek için odaklandı ama bu sefer ‘Kurtar beni!’ kelimeleri yerine bir damlama sesi duydu. Nilüfer... Ağlıyordu. Ona dokunmaya çalıştığı sırada vücudu geri çekildi ve uyandı. Bilinci yerine gelince yanaklarının ıslak olduğunu fark etti. Üzerindeki hırkanın ucu ile yaşları sildikten sonra bu gece de uyuyamayacağını anladı. Aden’i görünce bulduğu huzur yerini, yine cam kesiklerine bırakmıştı. Derin bir iç geçirdi, ve dışarıdaki uçsuz bucaksız karanlığı seyretmeye başladı rüyasının bütün detaylarını düşünerek. Bir ömür sürmüştü sanki yolculuk, kafası bu kadar doluyken açık havaya çıkıp hareket edemiyor olmak onu iyice tüketmişti. Bir taksi çevirip havaalanından şehir merkezine doğru yola çıktı. Hala iki saati vardı. O yüzden önce bir otele gidip duş aldı, üstünü değiştirdi. Aylardır beklediği, beynin işleyişi ve beyin cerrahisi hakkında çok çarpıcı sunumların olacağı konferans salonuna ulaştı. Konuşmacıları dinlerken, hayatında belki de ilk defa, Bera’nın tutkusu olan bu muntazam bilgi şöleni, onun ilgisini çekemiyordu. Şans eseri, konuşmacılardan biri koma süreci içerikli bir sunum yapacak olan Japon profesör ile yer değiştirmişti. Bera bunu duyunca bütün dikkatini konuşmacıya verdi. Ünlü profesörü dikkatle dinlemesine rağmen kafasındaki sorulara pek fazla cevap bulamayınca, sunumunun ardından konuşmacının yanına gitti. Profesör Hiro Matsumo, komadaki hastalara farklı tedavi yöntemleri uygulaması ile ünlü bir cerrahtı. Onun teknikleri sayesinde beyin ölümü gerçekleşti denilen 3 kişi ufak yetersizliklerle hayata dönmüş ve ailelerine kavuşmuşlardı. Bera, Profesör Matsumo’ya başından geçenleri hızlı bir şekilde anlattı. Adam duyduklarından etkilenmiş olacak ki daha fazla detay öğrenmek istedi. Her şeyi en ince ayrıntısı ile dinledikten sonra sağ elini Bera’nın omuzuna koydu ve bir keşiş edasında sakince ona doğru eğilip: -“Nilüfer çiçeği, sevgili meslektaşım, aslında yalnızlığı ile bilinmez. En kötü ortamda bile bütün ihtişamıyla çiçek açabilmesi ile bilinir. Bataklıklarda açan lotus, çamur taşımaz yapraklarında. Buralarda Budizm diye bir inanış vardır. Budizm’e göre nilüfer çiçeği ruhun uyanışı anlamına gelmektedir. Onunla ilgilen. Onu sev ve sevildiğini hissettir. Göreceksin uyanacak ve bu süreç seni inanılmaz bir bilgeliğe yönlendirecek.” dedi. Bera, saygı duyduğu bu bilim insanının gizemli halinden ve buğulu ses tonundan etkilenmişti. Mantığını ve yaşadıklarının gerçek olma ihtimalini sorgulamayı o anda bir kenara fırlattı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir an önce gidip Aden’i görmek istiyordu. Profesöre teşekkür ettikten sonra selam vermesi gereken ve bir daha belki de karşılaşamayacak olduğu önemli kişilerin yüzlerine dahi bakmadan çıktı salondan. Taksiye bindi otele doğru gidecekken yol üzerinde bir kalabalığa denk geldi. Önünden geçiyor oldukları parkta pembe taç yaprakları yağıyordu. Manzara hoşuna gitti ve anı ölümsüzleştirmek için taksiden indi. Çekeceği fotoğrafları, döndüğünde Aden’e gösterme isteği geçti içinden. Parka girdi, ağaçların en üst dallarına asılı afişte ‘SAKURA FESTİVALİ’ yazısını gördü. Festivalin önemini öğrenebilmek için telefonundan biraz araştırma yaptı. “Japon kültüründe solmadan döküldüğü için ani ölüm ve yeniden doğuşun simgesi olan ‘Sakura’...” cümlesini okuyunca ‘yeniden doğuş’ kelimesini tekrar edip ‘Tam da Aden’in ihtiyacı olan şey’ diye düşündü bir dilek tutar gibi ve parktaki standlar boyunca yürümeye başladı. Aden’in, bütün benliğini ele geçiriyor oluşuna şaşırıyordu fakat buna izin vermek istiyordu. Böyle bir çaresizlik ve zorluğu, daha önce tadabilmek için her türlü macerayı denemişti ama her seferinde başarısız olmuştu. Hayatında ilk defa hücrelerindeki bu hareketlenme, onu heyecanlandırıyordu. Ona çok yeni olan bu hislerin tadını çıkarırken yaşlı bir kadının arkasında oturduğu tezgahtan gelen ışık gözünü aldı. Yaklaştı ve baktı. Bu, şeffaf ve toz pembe renkli camdan, ufacık, zarif bir Sakura çiçeğinin, yine camdan koyu yeşil bir nilüfer yaprağına düşmüş haliydi. Mükemmel bir görüntüsü vardı ama Bera bunun tam olarak ne olduğunu anlamadı. Kadına İngilizce olarak, bu aksesuarın ne olarak kullanıldığını sordu ama kadının bu dili bilmediği aşikardı. Camdan çiçeği aldı ve boynuna götürdü sonra kulağına sonra parmağına götürdü ve ellerini iki yana açarak ‘bu nedir?’ diyen gözlerle kadına baktı. Kadın, çiçeği aldı ve elleriyle ‘bunların hiç biri değil’ dercesine bir çarpı işareti yaptı. Mücevher görüntüsündeki aksesuarı kalbine götürdü, gözlerini kapattı. Gülümsedi ve sol elinin içine saklayarak dua eden bir silüet oluşturdu. Bera kadının ritüelini izleyince bunun ruhun derinliklerindeki istekleri gerçekleştirmek için umut bağlanan bir nesne olduğuna kanaat getirdi. Aklında beliren ilk şey yine Aden oldu. Yüzünde ufak bir gülümseme ile camdan çiçeği satın alıp geri dönüş yoluna girdi. O anda sarı ve turuncu renklerde güneşin, karşıdaki, hafif karlı, kocaman dağın yanındaki parıltısı karşısında donakaldı. Kafasından aşağı pembe taç yaprakları düşmeye devam ederken patikadan çıkıp parkın içindeki göle biraz daha yaklaştı. Görüş alanına, sarkan bir kiraz ağacı dalı da girince manzara nefes kesici oldu. Hemen telefonunu çıkardı ve birkaç fotoğraf çekti. Manzarayı izlerken bir ara Aden için aldığı aksesuara baktı. Aden’i ve onun nasıl biri olduğunu düşünerek bir süre daha anın tadını çıkardıktan sonra parktan çıktı. Otele döndü. Eşyalarını toparlayıp, önceden aldığı bileti umursamadan, en erken havalanacak olan uçağa bir bilet alıp havaalanına gitti. Bir saat sonra uçağa bindi ve heyecanla geri döndüğünde Aden’le birlikte neler yapabileceğini hayal etmeye başladı. Cebine özenle yerleştirdiği camdan çiçeği eline alıp, tıpkı satıcı kadının yaptığı gibi bir ritüel ile onun iyi, mutlu ve sağlıklı olmasını diledi. Birkaç gündür rüya gördüğü süreler haricinde uyumamıştı hiç, kalbi hissettiği heyecanla iyi olsa da vücudu buna dayanamıyordu. Ayrıca, uyuyup rüyasında tekrar Aden’i hissetmek istiyordu. Bir süre sonra uykuya teslim oldu. Uçağın ineceğini bildiren anons ile uyandı. Neredeyse deliksiz uyuyup hiç rüya görmediği için pişmanlık hissedecekti ki, Aden’e ulaşmanın sevinci ile acele bir şekilde uçaktan inip arabasına atladı. Normalde daha uzun süren yolun iki saatlik hızlı bir versiyonunu aldıktan sonra hastanenin kapısına vardı. Koşarak Aden’in odasına geldi, bir sandalye çekip oturdu, onun elini tuttu ve onu izlemeye başladı. Telefonu çaldığında üç saat boyunca orda öylece oturduğunun farkında bile değildi. Can’a geldiğini haber verdikten birkaç dakika sonra Can odaya girdi. Bera, ona konferanstaki profesörün sözlerini aktardı ve birlikte çalışırlarsa Aden’in uyanacağına kendilerini ikna ettiler. Bera bir şeyler yedikten ve telefonundaki, Aden için çektiği fotoğrafları çıkarttıktan sonra odaya geri döndü. Aden’e, fotoğrafları gösterdi. Ona Sakura’nın anlamından ve parkın ne kadar güzel olduğundan, çiçeklerin ne kadar güzel koktuğundan bahsetti. Bir gün oraya beraber gitmek istediğini ve Aden’den uzaktayken hep onu düşündüğünü söyledi, gülümseyerek. Sözlerini bitireceği sırada eliyle Aden’in yüzündeki saçları çekerken bir terslik fark etti. Aden’in yüzü normalde olması gerekenden daha sıcaktı. Panik yapmamaya çalıştı, o bir doktordu sonuçta. İlaç vermeden önce ıslak bir havlu ile durumu kontrol altına almaya çalıştı ama bu durum onu fazlasıyla endişelendirmişti. Yıllardır öğrendiği ve uyguladığı bütün meslek bilgisi buhar olup uçmuştu aklından. Elleri birbirine dolandı ve Aden’in yattığı yastık, ıslattığı havluyu sıkmadan alnına koymaya çalıştığı için sırılsıklam oldu. Bir süre sonra ateşinin yavaş yavaş arttığını görünce hemen bir enjeksiyon hazırladı ve Aden’in sol koluna doğru yöneldi. Elleri daha önce hiç böyle titrememişti. Derin bir nefes alıp sakinleşmek istedi ama faydası yoktu, hemşire çağırma butonuna bastıktan sonra tekrar kendini toplarlamaya çalıştı ve iğneyi, kızın sol kolundaki açık damarda bulunan serumun girişine soktu. Bir anda ne olduğunu anlamadığı bir şey oldu; damar kanamaya ve kan serumun şeffaf borusunda yayılmaya başladı. O sırada Aden’e göz ucuyla bakınca kızın gözlerini açtığını gördü. İğne elinden düştü, Aden’e doğru yavaşça eğildi ve bir saniyeliğine göz göze geldiler. Aden’in ruhsuz ve boş bakan gözleri, Bera için dünyadaki bütün anlamları içinde saklıyordu. Devamı için Part 2'ye bakınız.. |
AuthorSadece bir yerlerde var olmak isteyen bir yazar... Archives
October 2020
Categories |