Milagros
Gizli sığınağıma hoşgeldin, okuyucu...
Bera, kızın gözleri kapandığı anda, nefesini tutuyor olduğunu fark etti. Nefes almaya çalıştı ama bu kolay değildi. Yere yığıldı. 28 yıllık hayatını, kusursuz ve eğlenceli olmasına rağmen hiç kendi hayatı gibi hissetmemişti. Yıllarca şehir şehir gezip bir anlam, bir heyecan aramıştı kendine. Ama şimdi, Aden’in gözleri ile buluşunca gözleri, var oluşunun gizemini çözmüş gibi hissetti. Yüksek dozda adrenalin vücudunun her bir hücresine enjekte edilmişçesine kendini canlı ama bir o kadar da bitkin hissediyordu. Bu mutluluktan öte bir histi. Kalbi deli gibi çarpmaya devam ederken içeri giren hemşire telaşla Bera’ya yaklaştı ve onu yerden kaldırmaya çalıştı. Bera, hemşirenin elinden kurtuldu:
-“Onunla ilgilen” deyip kafasıyla Aden’i işaret ettikten sonra odanın zeminine dalan boş gözlerini delirmek üzere olan bir adamın bakışları ile değiştirip odadan ayrıldı. Bera, hiç bu kadar duygusal olmamıştı hayatında ve şu an bu duygu yoğunluğu ile nasıl başa çıkacağını bilemeden çatı katına doğru koştu. Kapıyı açar açmaz yüzüne vuran rüzgar onu biraz kendine getirdi. Düşme riskine önlem olarak duvarın üzerine yapılmış demirden trabzanlara dayandı ve gözlerini kapatıp nefesinin düzelmesini bekledi. Bir süre sonra, hemşirelerden Bera’nın durumunu duyan Can geldi. Endişeli bir şekilde Bera’ya neler olduğunu sordu ama Bera artık bu dünyada değil gibiydi. Endişesi katlandı, arkadaşını hızlıca sarstıktan sonra nihayet Bera ona baktı ve: -“Dünyada neden yaşadığını biliyor musun?” diye sordu. -“Herkesin illa ki bir amacı olmak zorunda değil” dedi Can bir yandan yaralanması var mı diye arkadaşını incelerken. “Ne oldu Bera?” -“Sanırım... ben buldum” dedi zorlayarak çıkardığı kısık bir sesle. -“Daha az önce her şey normaldi. Birkaç saat içinde seni bu hale getirecek kadar ne yaşadın, düzgün bir şekilde anlatır mısın artık?” dedi Can endişe ve merakla karışık bir ses tonuyla. -“Can, beni yıllardır tanıyorsun. Ne aradığımı ne istediğimi ama ona hiç sahip olamadığımı biliyorsun.” -“Hayatını senin hayatın gibi hissettirebilecek bir şeyler” dedi Can sık sık duyduğu cümleyi hatırlayarak. -“Onun gözlerini gördüm.” derken uzaklara doğru baktı Bera. Sesinde büyülü bir ton, gözlerinde akmaya hazır yaşlar vardı. “Bir anda gözlerini açtı, ona, onu düşündüğümü söyledikten sonra hemde. Gözlerinde ruh yoktu ama dünyam onlar tarafından ele geçirildi gibi hissettim. Aynı anda mutluluk, korku, keder ve umut... bütün hisler arka arkaya kalbime doldu sanki. Bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?” dedi ellerini kalbine dolan hisler gibi ileri geri sallayarak. -“Ona aşık mı oldun yani?” -“Ne? Aşk mı? Hayır, aradığım şeyi bulduğumu söylemek istiyorum.” -“Gözlerini açtığını görünce mutlu olmuşsun ve iyileşme ihtimaliyle umut dolmuşsun. Ama ya iyileşemezse diye endişelenmiş ve onu kaybetme korkusu yaşamışsın. Bu ona değer verdiğini ve onu kaybetmek istemediğini göstermez mi? Benim lügatımda dostum, buna ‘aşk’ derler” dedi ciddiyetini kaybetmeden bilmiş bir tavırla. -“Sa..sanırım” dedi Bera, arkadaşının hislerini böyle güzel sınıflandırıp onun için her şeyi berraklaştırmasına minnettar olarak. Bir yandan da sorgulamaya devam ediyordu ki arkadaşı düşüncelerini onun yerine dile getirdi. -“Nasıl yani? Yıllardır ülke ülke gezip ömrünü yeni keşiflere adayan sen, bir hastane odasında mı aydınlandın?” dedi Can, kaşlarını kırıştırıp olayın doğruluğunu sorgulayan bir tavırla. -“Öyle gibi” dedi Bera. Bunun doğruluğundan kendi de emin değildi. Elleri ile hızlıca saçını yolarcasına kafasını kaşıdı. “Bilmiyorum, Can” -“Aşktı yani.”dedi Can kafasını kaldırıp mavi gökyüzündeki ara ara yayılmış bulutlara doğru nefesini vererek. -“Ne?” -“Aradığın şey. Eksik parçan. Seni tamamlayacak olan şey, aşkmış. Bunu neden daha önce akıl edemedim ki. Kendime güzel bir tokat atasım var.” -“Ama...” dedi Bera. Can’ a hak veriyordu vermesine fakat bu hislerle nasıl baş edeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. -“Korkma!” dedi Can, Bera’nın gözlerindeki endişeleri fark edince, onun omuzunu sıkıca tutarak. “Aşk, korkulması gereken bir şey değil. Aksine peşinden koşulması gereken bir şey. Bu hisler senin için çok yeni, farkındayım. Ama dostum, dinle beni!...Bırak içine dolsunlar. Sen farkında olmasan da gönlün bunun için yeterince geniş. Bütün hepsini güzelce karşıladıktan sonra arkana yaslan ve sana Aden’e bağlanma sürecinde yardımcı olmaları için onlara izin ver.” Bera, Can’ın konuşması ile fazlasıyla ikna olmuştu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle kalbine dolan bütün hisler Aden’in şeklini aldı. Can’a döndü: -“Birkaç dakika önce hayatımın anlamını ve sanırım hayatımın aşkını buldum.” Başta sakince başlayan cümlesi sonlara doğru titremeye başladı. Gözleri dolarken ağzından dökülen cümle “Ama o, şimdi uyanma ihtimali düşük olan bir komada” oldu. Can’ın içi parçalandı arkadaşının çaresizliğine. Ona: -“Şunu düzeltelim: ‘Uyanma ihtimali olan’” dedi vurgulayarak. Bera’nın yüzündeki kederi görünce biraz duraksadı ve ekledi. “Ben yanındayım arkadaşım.” Bera, sessizce ağlamaya başladı. Can, dakikalardır ağlayan arkadaşını, bir süre kendi başına bırakmanın ona iyi geleceğini düşünerek oradan ayrıldı. Aden’in odasına gitti ve Selen’le karşılaştı. Ona durumu yüzeysel bir şekilde anlattı. Bera’nın, rüyasından sonra, Aden’le arasında bir bağ oluştuğundan ve muhtemelen bunun aşk olduğunu düşündüğünden bahsetti. Bu süreçte onları bir süre yalnız bırakmasını rica etti, bu durumun ikisine de iyi geleceğini ekleyerek. Selen duyduklarına şaşırmıştı. Can’ın anlattıklarını bir masal gibi dinledikten sonra daha fazla detay öğrenmek için onu soru yağmuruna tuttu. Aldığı cevaplar ve doktorun samimi bakışları ile en sonunda ikna oldu. Selen, Doktor Bera’nın böyle yoğun hislere sahip biri olacağına ihtimal bile vermezdi. Ama durum buysa onlara yardımcı olmaktan zarar gelmeyeceğine inanarak Can’ın isteğini yerine getireceğine söz verdi. Hastaneden ayrılmadan önce, kardeşinin ona karşı hisleri olan bir erkek karşısında daha güzel görünmesini istediği için onu temizledi. Onun saçlarını taradı, hastane kıyafetleri yerine beyaz, ufak çiçekleri olan bir elbise giydirdi. Hafif bir makyaj yaptı ve onu en zarif pozisyonda uyumaya bıraktı. Güzel bir atmosfer oluşturmak için Aden’in telefonundan müzik listesini açtı, şarkının sesini kıstı ve çantasını aldı. Odadan çıkarken, gözleri kan çanağına dönmüş doktor ile karşılaştı. Ona selam verdiği anda Can’ın anlattığı her şeyin kanıtını, Bera’nın gözlerinde gördü. Gerçekti. Bera, Aden için acı çekiyordu. Gözleri doldu ama kendini tutup kafasını çevirdi. Bera’ya Aden için getirdiği eşyaları gösterdi. İş yerinden acil çağrıldığı ve bir süre gelemeyeceği mazeretini uydurduktan sonra kardeşine iyi bakmasını rica edip gitti. Bera, taşıması ağır gelen vücudunu yatağın yanındaki koltuğa bıraktı. Gözlerini kapattı ve bir süre öylece kaldı. Rüya, tekrar gözlerinin önünde belirmeye başladı. Geçen sefer ağladığını gördüğü nilüferin, bu sefer her ne kadar yanına yaklaşamasa da gülümsediğini hissetmişti. Defalarca onu acı içinde bırakan rüya, ilk defa içine huzur doldurmuştu. Uyandı. Rüyanın güzel bir gelişmenin habercisi olduğundan emin bir tavırla Aden’e doğru yaklaştı. Kardeşinin Aden üzerinde yaptığı değişikliği yeni fark etmişti. Kalbinin çarpmasına engel olamadı. Karşısındaki kız komada olamayacak kadar güzel ve sağlıklı görünüyordu. Ona iyice bakmak için birkaç adım geri çekilirken eli komidinin üzerindeki telefona çarptı, telefon yere düştü. Bera, şaşkınlıkla: -“Ah, özür dilerim” dedi. Yanlışlıkla kapanan müziği tekrar açtı. Aden’in telefonunu eline alınca, yardımı olur umuduyla, onu daha yakından tanımak için karıştırmaya başladı. Müziklerine göz atıp tanıdık pek fazla şarkı bulamayınca, rastgele çalan şarkının eşliğinde ana menüye girdi. Kızın herhangi bir sosyal hesabı yoktu ayrıca galerisinde de sadece üç tane fotoğraf vardı. Resimlerin eski olduğu aşikardı. Kameraya gülümseyen kız oldukça mutlu ve enerjik görünüyordu. “Eskiden böyle görünüyordun demek” diye içinden geçirdi Bera. Ekranda gülümseyen güzel kızı görünce kalbi hareketlenmeye başladı. Gerçekten de aşık olduğunu hissediyordu yavaş yavaş. Telefondan gözlerini çekip bir Aden’e bir de kendine baktı. Berbat görünüyordu. ‘Harekete geçme vakti geldi’ diye düşündü. Çalmakta olan duygusal şarkı listesi yerine ‘Karışık’ isimli listeyi açıp hareketli bir melodi ile başlayan müziğin sesini yükseltti ve odadan çıktı. Başhekimin odasına gitti ve yoğun programından dolayı hiç dinlenemediğini söyleyip bir haftalık izin istedi. Başhekimin favori doktorları arasında olması ve mantıklı izin bahaneleri ona hep istediğini verirdi. Odadan çıkıp koşarak Can’ın yanına gitti, arabasının anahtarını attı ve valizinden birkaç güzel kıyafet getirmesini istedi. Can, ne olduğunu anlamamıştı ama arkadaşını eskisi gibi mutlu ve huzurlu gördüğü sürece onun için her şeyi yapmaya hazırdı. Nöbetçi görevliler odasına gidip hızlıca traş olduktan sonra bir duş alan Bera, arkadaşının onun için seçtiği siyah kot pantolonu ve beyaz hakim yaka gömleği giydi. Gömleğini pantolonun içine sıkıştırdı ve bir de kemer taktı. Çok da uzun olmayan saçlarını kurutup elleriyle hafifçe şekil verdi. Yüzüne ve ellerine lavanta kokulu kreminden biraz sürdükten sonra Can’a döndü: -“Nasıl görünüyorum?” Can onu baştan aşağı süzdü, arkadaşını her açıdan görmek için döndürdü, baktı ve yaklaşıp onu kokladı. -“Babannem gibi kokuyorsun” dedi. “Bu lavanta kokusundan ne zaman vazgeçeçeksin? Dedemin kullandığı tütün kokusunu keşfedince mi?” dedi alaycı bir sesle gözlerini devirerek. Arkadaşının kolundan tutup sürüklemeye başladı. “Neyse ki önümüzdeki hafta doğum gününde vermek için sana güzel bir hediye hazırlamıştım.” Can’ın odasına vardılar. Can, çekmeceden hediye paketini çıkardı ve yırtmaya başladı: -“Ben hediyemi verdim. Ona göre. Benden bir daha hediye falan istemek yok” dedi gülerek. Kutusundan çıkardığı parfümü arkadaşının üzerine sıkarken “ Öylesine almadım bunu, bu koku senin kişiliğine en çok uyan kokuymuş. Bunların testleri var biliyor musun? Eğer doğru bir testse belki ikinizin bağ kurmasına yardımcı olur diye düşündüm. Nasılım ama?” dedi. Zekasının övülmesini beklerken bir yandan da arkadaşının yeni parfümü hakkındaki yorumunu merak ediyordu. Birlikte kokuyu değerlendirmek için içlerine çektiler ve Bera: -“Gerçekten güzelmiş.” dedi. “İşte benim dostum ama tabiki de bunu bir doğum günü hediyesi olarak saymayacağım. Doğum günümde tütün kokusunu keşfetmeyi planlıyorum, belki buna özel bir şeyler hazırlarsın.” Göz kırptı ve gülüştüler. Kısa bir süre sonra Bera’nın yüzündeki gülümseme minnettarlık ile yer değiştirdi ve hızlıca arkadaşına sarılıp geri çekildi. Can gururlu bir şekilde gülümserken içinden arkadaşı için her şeyin iyi olmasını geçirdi. Son bir kez daha döndürüp baktıktan sonra Bera’ya onayı verdi ve Aden’in yanına gitmesi için onu gönderdi. Masasına oturduğunda, Aden için yapıyor olduğu araştırmaya devam etmek üzere klavyesine uzandı. Bera, odaya girdiğinde arka fonda bir rock müzik bütün sertliği ile çalıyordu. Gülümsedi. “Umarım bu onu uyandırmıştır” diye geçirdi içinden. Şarkıyı değiştirip telefonun sesini azalttı. Aden’ e yaklaştı: -“Merhaba, güzel bayan. Bugün çok şıksınız. Bu geceyi benimle geçirmek ister misiniz?” dedikten sonra kızın sol elini nazikçe tutup üzerine bir buse kondurdu. Aden’in yanına oturdu ve onu incelemeye başladı. Yanağında ufak bir siyahlık vardı, kız kardeşi makyaj yaparken bulaştırmış olmalıydı. Eliyle o siyahlığı hafifce sildi ve kızın cildinin pürüzsüzlüğüne değince parmakları, kalbi hızla çarpmaya başladı. -“Aceba daha önce karşılaşmış olsak benden hoşlanır mıydın?” dedi kısık bir sesle. O sırada Korece olduğu için sözlerini anlamıyor olduğu arka fonda çalan şarkıdan bildiği dilde bir cümle duydu: “Evet, bu gerçek aşk.” Bera’nın mantıksal zihnine hiç yatmasa da tesadüfler ve doğaüstü bağlantılar hoşuna gitmeye başlamıştı. İçindeki bilim insanını susturup aşkını yaşamaya karar verdi. Şarkıda geçen cümle her seferinde onu gülümsetti. Saatlerce Aden’in odasında vakit geçirdi, onunla konuştu, ona baktı. Bir süre sonra kalkıp odadaki eşyalara göz atmaya başladı. Dolapta on tane roman vardı ve hepsi de aynı yazara aitti. Bunun bir sebebi olduğunu düşündü ve içlerinde Aden’e dair ipuçları bulabileceğini umduğu kitaplardan birini seçti. Birkaç sayfa okuduktan sonra uykuya daldı. Saatler sonra odaya dolan güneş ışığı ile uyandı. Saat çoktan iki olmuştu. Kanepede tutulan vücudunu esnetirken Can, elinde, içi dolu bir kese kağıdı ile içeri girdi. Onunla birlikte odayı dolduran kızarmış patates kokusu Bera’nın iştahını kabarttı. İçinde en sevdiği kızarmış tavuk menüsünün olduğu keseye uzanırken Aden’i fark etti ve Can’ın kolundan tutup yavaşça odadan çıktılar. Sorunun ne olduğunu soran Can’a: -“O, orda serumla beslenirken yanında bu muhteşem menüyü iştahla yememi beklemiyorsun herhalde?” dedi Bera. Can gülümsedi ve birlikte Bera’nın odasına gittiler. Yemeklerini yedikten sonra kafeteryadaki kahve makinasından karton bardakta kahvelerini aldılar. Terasa çıkıp Aden hakkında ne yapabileceklerini tartışmaya başladılar. Somut bir tedavi yöntemi olmadığında hemfikir olduktan sonra Can, bir adım geri gitti ve arkadaşını süzmeye başladı. Keyfi yerinde, liseli bir aşık gibiydi. -“Yılların mantık uzmanı, duygu karşıtı Sayın Bera AYDIN sonunda aşık oldu demek. Anlatsana biraz, gerçekten onu görünce böyle kalbin çarpıyor mu hızlıca? Aden’i bir düşün bakayım” deyip boynundaki stetoskopun kulaklıklarını takıp diyaframını arkadaşının kalbine dayadı. Bera’nın hızlı kalp atışlarına hem şaşırdı hem çok güldü. Kulaklıkları çıkarırken: -“Beni öldürseler ya da zamanda yolculuğu icat edip bundan bir 50 yıl sonraya ışınlasalar yine de seni bir gün böyle aşık görebileceğim aklıma gelmezdi. Düşünsene Aden uyanınca ‘Sen de kimsin? Hiç benim tipim değilsin! Git buradan pis sapık!’ deyip seni başından atarsa aşk acısı mı çekeceksin yani? Daha neler!” diye uğraşmaya devam etti arkadaşıyla, naz yapan bir kız gibi taklit yapıp sesini incelterek. Bera’nın gözleri açıldı. Can’ın söyledikleri kafasında hayat bulmuş gibi yüzü düştü ve: -“Gerçekten de beni beğenmez mi dersin?” dedi. -“Eğer seni beğenmezse o zaman bir sorunu var demektir. Merak etme, ya kafasını ya da kalbini açar sorunun nerede olduğunu öğreniriz.” dedi kahkasasını zor tutarak. Bera hala şaşkın bir şekilde arkadaşına bakmaya devam ediyordu. Zekasına hayran olduğu arkadaşının, aşk konusundaki saflığı karşısında bir kez daha şaşkınlık yaşayan Can, dalga geçmeyi bıraktı. Boşta olan elini arkadaşının omuzuna götürüp hafifce sıkarken gururlu bir gülümseme ile birlikte ses tonunu ciddileştirdi: -“Bera, sen hayatımda tanıdığım en güzel insansın. Kendi ismim ve kalp sağlığının insan hayatında beyinden daha önemli olduğu konusu kadar eminim ki Aden uyanınca senden çok hoşlanacak. Ama tabiki uyanır uyanmaz olmaz bu işler. Sen onunla geçirdiğin vakti hatırlasan da, unutma, o seni hatırlamayacak. Tanıdıkça senin ondan hoşlandığın kadar o da senden hoşlanacaktır. Bera, hayatta görmeyi en çok istediğim halin buydu ama görebileceğime ihtimal vermiyordum. Seni böyle duygusal, aşık ve kırılgan görmek beni hem çok mutlu ediyor hem de korkutuyor.” -“Neden korkutuyor?” dedi Bera. -“Bilmiyorum. Bir anda çok fazla üzüleceğinden korkuyorum. Zor bir süreçtesin ama unutma dostum, ben her ne yaparsan yap senin yanındayım. Mesleğim ya da hayatım tehlikeye girse bile senin seçtiğin yolda, yanında olacağım.” biraz duraksadıktan sonra ekledi: “O yüzden bana bir söz ver.” -“Ne sözü?” dedi Bera dolan gözleri ve titreyen sesi ile birlikte. Arkadaşının cümleleri onu duygulandırmıştı. -“Her ne olursa olsun kolayca pes etme ve mücadeleye devam et. Sen Bera’sın. Benim arkadaşım yıkılmaz. Birlikte olduğumuz sürece her şeyi yapabiliriz. Anlaştık mı?” Kafasını öne doğru onaylarcasına eğdikten sonra müteşekkir bir gülümseme eşliğinde Can ile göz göze gelen Bera’nın yanağından damlalar süzülmeye başladı. Can’ın da gözleri doldu ve iki arkadaş terasta birbirlerine güç vermek için sıkıca kucaklaştılar. Can, sağ eliyle Bera’nın sırtını sıvazladı ve iki defa yavaşça vurduktan sonra: -“Yapabiliriz” dedi. Birbirlerinden uzaklaşmaya başladıkları sırada Can’ın telefonuna yoğun bakımdan bir çağrı geldi. Birkaç saniye sonra, Bera’nın herhangi bir acil durumda onu aramasını istediği, Aden ile ilgilenen hemşireden de çağrı gelince, ikisi de kahve bardaklarını atıp yoğun bakıma doğru koşmaya başladılar. Bera, hastanenin bitmeyecekmiş gibi görünen koridorlarında koşarken bildiği bütün duaları içinden geçiriyordu. Eğer Aden, kötü bir durumda ise ona nasıl yardımcı olabileceği ihtimallerini sıralamaya çalışıyordu ama beyni onunla işbirliği yapmayı reddediyordu. Yoğun bakıma vardıklarında hemşire durumu kısaca özetledi. Aden’in kalp ritminde bozukluk vardı, oksijen maskesi ile nefes alışverişini kontrol altına almaya çalışmışlardı ama komada olan bir hasta olduğu için Can’ı çağırmışlardı. Can, sorunun ne olduğunu anlamak için acilen yapılmasını istediği birkaç tane test ismi sıraladı. Hemşire ve iki intern Aden’in yatağını taşırken Bera, Aden’in gözlerinden akan iki damla yaşı gördüğü anda çoktan yere yığılıp ağlamaya başlamıştı bile. Şu iki günde ömrü boyunca döktüğü gözyaşlarından fazlasını dökmüştü. Can, Bera’yı kolundan tutup kaldırdı: -“Kendine gel. Şimdi bunun sırası değil.” dedi. Bera bilinçsiz ve ruhsuzca kafasını salladı. -“Bera! Bunu yapabiliriz dedik. Sorun her ne ise birlikte çözebiliriz. Sen bu hastanenin en iyi beyin cerrahısın ve iznin şu andan itibaren bitti. Sana ihtiyacım var dostum.”dedi sesini yükseltip Bera’nın faaliyette olmayan zihnine ulaşmış olmayı umarak. Bera kafasını kaldırdı, gözyaşlarını sildi ve kafasını salladı: -“Gidelim” dedi titrek bir ses ama güven veren bir bakışla. Aden, testlere sokulmuştu. Can sonuçları incelerken Aden’in kalbinde bir kan pıhtısı olduğunu gördü ve ameliyathaneyi hazırlamalarını istedi. Kendisi de ameliyata hazırlanmak için gittiğinde, kızın baş ucunda boş boş duran Bera’nın aklına Japonya’daki tezgahtar kadının yaptığı ritüel geldi. Şu an her türlü batıl inancın bile yardımı dokunabileceğini düşündü. Koşarak odasına gitti, iş kıyafetlerini giydi ve çantasından camdan Sakura çiçeğini alıp geri döndü. Çiçeği sıkıca tutarak bütün içtenliği ile Aden’in iyi olmasını diledikten sonra, onu Aden’in sol avcunun içine yerleştirdi. Aden’in kalp ritimleri azalmaya, değerleri düşmeye devam ediyordu. Bera, Aden’in içindeki nesne ile kapatılmış olan sol elini ve kolunu sıkıca tutup kıza yalvarır bir tonda: -“Ne yapıyorsun Aden, nereye gitmeye çalışıyorsun?” dedi. Gözlerine dolan yaşları serbest bırakarak kıza doğru eğildi, kafasını onunkine dayadı ve: -“Lütfen benimle kal, lütfen. Aden, lütfen gitme!” diye fısıldadı. Görevli olan personeller geldi ve Bera’nın elini bırakmadan takip ettiği kızı hastanenin alt katındaki, büyük ve karanlık ameliyathaneye götürdü. Demir kapılardan içeri girerlerken, internlerden biri Bera’yı durdurmaya çalıştı ama Can, ona başıyla Bera’ya izin vermesini istedi. İntern, aklı başında olmayan doktorun ameliyat önlüğü ve beresini giymesine, ellerini yıkayıp maskesini takmasına yardım ettikten sonra onu içeri aldı. Operasyon başlamıştı. Can gergindi ama işinin uzmanıydı. Kendine güvenini bozmadan dikkatli bir şekilde kan pıhtısını aldı ve açtığı yarayı kapatmak için dikiş attı. Aden’in hayati değerlerini kontrol etmek için geri çekildikten birkaç saniye sonra makinalar hızlıca ötmeye, kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Aden’in kalbi duruyordu. Can, kalp masajına başladı, ara ara elektroşok verdi ama düzelme olmadı. Yaklaşık üç dakika boyunca, Aden’i hayata döndürmeye çalışan Can’ın, alnından yüzündeki maskeye doğru terler akmaya, kolları güçsüzleşmeye başladı. Bera, Aden’in baş ucuna geçmiş, kafası onunki ile aynı hizaya gelecek şekilde üzerine doğru eğilmişti. -“Hadi Aden, bunu yapabilirsin!” deyip kızın bonesinin açıkta bıraktığı alnına bir öpücük kondurdu. Aden’in hayati değerleri yükselmeye başladı. Can, kalp masajını yavaşlattı ve geri çekildi. Bera ile göz göze gelip birbirlerine gülümsediler. Bera, kahkaha atıp zıplamamak için kendini zor tutuyordu. Tam rahat bir nefes almışlardı ki Aden’in kalp ritmi tekrar bozuldu. Bu sefer hayati değerleri öncekinden daha hızlı düşüyordu. Can, hızla tekrar kalp masajına başladı, yanındaki hemşirelere aleti şarj etmeleri ile ilgili bir şeyler bağırıyordu. Elektroşok yapacağı sırada Bera’ya bağırdı: -“Ben bunu yaptıktan sonra az önce her ne yaptıysan tekrar yap. Bunun seninle alakalı olduğuna eminim. Çekilin!” Bera, şoktan sonra kızın yüzüne doğru eğildi, alnını tekrar öptü. Bütün içtenliği ile. Hiçbir değişiklik olmadı. -“Lanet olsun!” dedi. Kızın ağzını ve burnunu kaplayan şeffaf maskeyi hızlıca çıkardı ve Aden’in burnuna bir buse kondurdu. -“Aden, lütfen!” dedikten sonra gözlerini sıkıca kapattı. Kapanan gözlerinden kaçan bir damla kızın yanağına düşüp oradan aşağı süzüldü ve Bera dudaklarını Aden’inkilerle buluşturdu. Birkaç saniye öyle kaldıklarında Aden’in kalp ritmi düzelmeye başladı. -“Aden, lütfen!” demeye devam etti Bera maskeyi tekrar eski yerine yerleştirirken. O sırada kızın sol avucunda olan camdan Sakura yere düştü ve kırıldı. Bera’nın bütün umutları da, inancını ve dileklerini sakladığı o nesne ile paramparça oldu. Çaresizlik dolu gözleriyle Aden’e baktı. Kız, aniden derin bir nefesle gözlerini açtı. Bera’nın gözleri kocaman oldu. Bu, geçen seferkinden farklıydı. Ani bir refleks ile değil de sanki uyanmış gibi bakıyordu. Kızın kahverengi bakışları, Bera’da kalan son bilinç damlasını da kaybetmesine neden oluyordu. Işığın, Aden’in uzun zamandır açılmamış ürkek gözlerini aldığını fark edince ona doğru eğilip tepesinde parlayan lambaları engelledi. Kızın yüzünü kaplayan maskeyi çıkardı. Onun kafasını tutarak: -“Aden!” dedi. Aden’in dudakları belli belirsiz bir şekilde yana doğru kıvrıldı. Gözleri birkaç saniye daha açık kaldıktan sonra akan gözyaşları eşliğinde tekrar kapandı ve kalp ritmini ölçen makinadan kesintisiz bir sinyal sesi geldi. Ameliyathanedeki herkes, kızı hayata döndürebilmek için yorgun düşen doktorun söylediklerini acele bir şekilde yerine getiriyordu ama Bera için zaman orada durmuştu. Yarım dakika kadar Aden’e bomboş gözlerle bakarak durduktan sonra, Bera, yüzündeki maskeyi sertçe çekiştirip çıkardı. Aden’in yatıyor olduğu demir masaya bir tekme attı ve yere yığıldı. Her şeyin bittiğini düşündü. Can, yaklaşık üç dakikadır durmadan kalp masajı yapmaya ve şok vermeye, arada birkaç enjeksiyon yaptırmaya devam ediyordu. Bunu yaparken sürekli Bera’ya sesleniyordu. -“Bera! Kendine gel!” -“Bera!” -“Bera!” -“Verdiğin sözü hatırla! Beraber yapabiliriz hadi!” Ama artık tükenmişti. En sonunda geri çekildi. Bunu gören asistan doktor: -“Ölüm saati...” deyip gözlerini duvardaki kırmızı ışıklı dijital saate dikince Bera sinirle yerinden kalktı. -“Hayır! Hayır!” dedi gözlerindeki yaşları silerken. Can, bunu görünce rahatladığını gösteren derin bir nefes verdi ve son bir defa daha denemek için ikisine de umut veren o cümleyi duydu: -“Onu, beyni hasar almadan geri döndürebilmemiz için son bir dakikamız daha var.” Birbirlerine tekrar umut dolu gözlerle baktılar. Can kızın göğsüne ellerini yerleştirip var gücü ile bastırmaya başladı. Bera ise Aden’in kulağına eğilip: -“Aden, ben Bera. Seni, seninle hiç konuşmadan, gülüşmeden, gözlerine dahi uzun uzun bakamadan seven adamım. Rüyalarımdaki nilüfer, şu an içinde bulunduğum umutsuzluk ve kederim içerisinde çiçek açmanı bekliyorum. Aden, seni seviyorum. Lütfen, gitme. Aden beni sensizlikle bir başıma bırakma.” Kısa bir nefes alıp sesini iyice kısarak “Kurtar beni.” dedi rüyalarındaki ile aynı çaresizliği taşıyan bir ses tonuyla. Devamı için Part 3'e bakınız...
0 Comments
Leave a Reply. |
AuthorSadece bir yerlerde var olmak isteyen bir yazar... Archives
October 2020
Categories |