Milagros
Gizli sığınağıma hoşgeldin, okuyucu...
Bir insanın hayatı ne kadar güzel olabilecekse o kadar güzeldi Bera’nınki, dışarıdan bakınca. Onu çok seven varlıklı bir aileye ve her an derdini dinlemeye hazır olan arkadaşlara sahipti. Şehrin güzel bir yerinde, gecenin karanlığında parlayan ışıkların bir deniz gibi dalgalandığı manzarayı izleyebileceği büyük bir evi ve bakanı dönüp tekrar baktıran bir arabası vardı. Hayallerini süsleyen metalik gri Porshe’sini hemen her hafta seyahat etmek için kullanır ve istediği her yere izin günlerinin erken saatlerinde yola koyulurdu. Gezip görmediği az ülke ama bir sürü şehir vardı. Farklı yerlerde gezinmek, yaşadığı sorunsuz hayatına anlam araması için bulduğu en iyi yollardan biriydi. Diğeri ise açık havada tenis oynamaktı, en yakın arkadaşı Can ile birlikte. Seyahat etmeye fırsatı olmadığı zamanlarda, tenis kortundaki gizli mekanlarında Can’la yaptığı uzun muhabbetler ve tenis oynarken akıttıkları ter, Bera’yı kusursuz bir film karakteri olmaktan çıkarıp gerçek bir insana dönüştürüyordu.
Bera’yı gören herkes, zengin bir aileden gelen, çalışkan, yakışıklı ve kusursuz bir hayata sahip bu delikanlıyı kıskanmadan edemiyordu. Onu tanımayan insanların düşündüğünün aksine, Bera’nın kalbinde ukalalık ve kendini beğenmişlikten eser yoktu. İnsanlar yaklaşmaya çekinseler de o bütün sıcaklığı ile arkadaşlık kurar, çevresine mutluluk yayardı. Sahip olduklarının kıymetini bilen ve hayatının tadını çıkaran bir gençti. İyi bir evlat ve iyi bir doktor olduğuna hiç pişman değil aksine bu durumdan çok memnundu ama kendi hayatını bir masal okur gibi yaşıyor olmak onu zaman zaman boşluğa sürüklüyordu. “Uzman Doktor Bera AYDIN, acilden bekleniyorsunuz. Uzman Doktor Bera AYDIN, acilden bekleniyorsunuz.” Yoğun ve karman çorman bir hafta geçiriyordu Bera, acil çağrısı ile başladığı bu gün gibi. Alışkın olduğu bir durum değildi bu, her şeyin yolunda ve kusursuz ilerlerdiği hayatında. Odasında yığılı olduğu sandalyeden kalktı ve acile koştu. Birkaç paramedik, hızla sürükledikleri bir sedye ile Bera’nın yanından geçti. Muayene bölmesine vardığında onlardan hastanın durumunu öğrendi. Aden BULUT. Kadın. 24 yaşında. 5 gün önce aşırı dozda uyku ilacı içtiği varsayılıyor. Yalnız yaşadığı ve ulaşılamadığı için ilaçları ne zaman içtiği kesin olarak bilinmiyor. Bugün kardeşi ona ulaşmış ve bu halde bulmuş. Bilinci kapalı ve kalp ritmi düzensiz. Bera değerlere göz atarken, yanında beliren asistanlara yapmalarını istediği testleri söyledi ve onlar koşarak uzaklaştığında, sedyeden yatağa taşınmış olan kıza bazı kontroller yaptı. Asistan doktorlardan biri gelip hastanın yattığı yatağı, testlere götürmek için sürüklerken Bera’nın gözü yere çökmüş bir kıza takıldı. Kızın bakır renkli saçları ve beyaz bir cildi vardı ama yaşadığı şok ile yüzü bir hayaleti andırıyordu. -“Hasta yakını mısınız?” dedi. Ağlamasının ve hıçkırıklarının arasında doktorun uzaktan gelen sesini duyunca, kız, yavaşça doğruldu ve: -“Evet. Ben Selen. Kardeşiyim. Şey.. O... yaşayacak mı?” dedi kesik kesik cümlelerle. -“Bir takım testler istedim. İlacı ne zaman içtiğini ya da vücudunda ne gibi etkiler bırlaktığını henüz bilmiyoruz. Testleri yaparken sizin de hastanın kaydını yaptırmanız gerekiyor. Sonuçları alınca tekrar görüşürüz.” Kız, hızlı adımlarla danışmaya ilerledi. Gerekli belgeleri sordu. Kardeşinin, acele ile topladığı çantasını bir süre karıştırdıktan sonra istenenleri buldu ve kaydını tamamladı. Gördüğü bir sandalyeye bıraktı halsiz vücudunu. Titremesini durduramadığı dizini tutup doktoru beklemeye başladı. Bera, test sonuçlarını aldı ve inceledi. Kan testinde birlikte kullanılmaması gereken iki farklı uyku ilacına rastladı. Hastanın geçmiş kayıtlarını incelediğinde, uzun süreli insomnia tedavisi gördüğünü öğrendi. Kullanılan iki ilaç da reçeteliydi ama birini kullanmayı bir hafta önce bırakmış olması gerektiğini gördü. Kandaki, çok da yüksek olmayan ilaç oranına bakınca, kızın bunu bilinçli bir şekilde yapmadığını, şu anki halinin sadece bir hata sonucu olduğunu düşündü. Hastanın beynindeki bir kısım zarar görmüştü, hasar çok ciddi değildi ama uyanması ve sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilmesi de uygulanacak tedaviye vereceği tepkiye bağlıydı. Bera, Selen’in yanına gitti ve durumu ona açıkladı. Kardeşinin şu an komada olduğunu ve ona bir süre yoğun bakımda tedavi uygulanacağını söyledi. Kardeşi için endişelenen kız günlerce hastanede kaldı. Zayıf vücudu iyice kurumuştu. Kardeşini daha önce bulamamış olmanın verdiği vicdan azabı ile ağzına aldığı her lokma midesine varmadan geri çıkıyordu ve kızın bu halini gören bütün hastane personeli, buna Bera da dahildi, ona üzülüyordu. Aden’in odasının dışında oturduğu zamanlarda, boş boş camdan dışarı bakıyor ya da telefonu ile uğraşıp, arkadaşlarının mesajlarına yanıt veriyordu. Günde en az üç kez arayan sevgilisi ile konuşup telefonu kapatacağı sırada aklına geldi. Bu, Aden’in yoğun bakımdaki beşinci günüydü ama telefonu hiç çalmamıştı. Şarjı bittiği için kapanmış olabileceğini düşündü. Elini, yanındaki çantanın dibine sokup biraz karıştırdıktan sonra, telefonu çıkardı. Açıktı ve çalışır durumdaydı. Çağrı listesine girdi. Sadece çalıştığı okulun müdür yardımcısından 3 cevapsız arama görünüyordu. Mesajlara girdi ve: ‘Mazeretsiz olarak okula gelmediğiniz için hakkınızda işlem başlatılacaktır’ yazısını gördü. Öfkeden deliye dönmüştü. Kardeşinin ona değer veren bir tane bile arkadaşı olmamasını hem aklı almıyordu hem de bu duruma içi parçalanıyordu. Bir anlığına kendini onun yerine koyduğunda aklında beliren fikir onu korkutmuştu. ‘Aden, intihar etmiş olabilir miydi?’ Koşarak hastaneden çıktı. Eğer bu düşüncesi doğruysa arkasında birkaç kelime bırakmış olmalıydı, bolca küfür içeren. Taksiye bindi. Kardeşinin yaşadığı eve ulaşmadan hemen önce çalıştığı okulu gördü. Taksiyi durdurdu, bahçedeki öğretmenlere iğrenen bir bakış attıktan sonra, okula girdi. Girişteki güvenlik görevlisine, mesajı atan müdür yardımcısının odasını sorup hızla oraya gitti. Öfkesine sahip olmakta zorlanarak kardeşinin durumunu anlattı. Yazdığı mesajın saçmalığından onu haberdar ettikten sonra, odasının kapısını çarpıp çıktı. Aden için sakin kalmalı ve uyandığında hala çalışabileceği bir mesleği olduğundan emin olmalıydı ama bu değer bilmeyen insanların arasında çalışmaktansa böylesinin daha iyi olduğuna kendini ikna etti. Okula çok yakın mesafede olan, kardeşinin yaşadığı eve doğru yöneldi ve içeri girdi. Aden’i, yarı ölü bulduğu yatağın dağınıklığına bakınca yaşadığı korku dolu anlar tekrar yüreğine doldu. Başını sallayıp gözlerinin önünde beliren sahneyi uzaklaştırmaya çalıştı ve buraya ne için geldiğini kendine hatırlattı. Aden’in odasının altını üstüne getirirken mat siyah, kalın ve fazlaca aşınmış olan bir defter buldu. Üzerinde birkaç çıkartma vardı ve kapağında ‘YILDIZ’IMA’ yazıyordu. Anlam veremedi ve bir sayfa açıp göz gezdirdi. Bu bir günlüktü. Günü gününe yazılmamıştı ama Aden, hissettiklerini dökmüştü tarih atılmış sayfalara. Birkaç sayfaya göz gezdirip daha sonra detaylıca incelemek için, defteri çantasına koydu. Eve biraz daha bakındıktan sonra herhangi bir intihar notu bulmadığı için rahatlayarak sıcak bir duş almak için banyoya girdi. Duş onu kendine getirmişti. Kardeşinin dolabından bir tshirt ve bir pantolon giydikten sonra çıktı. Hava kararıyordu. Hastaneden içeri girip yoğun bakım bölümüne doğru yürüyordu ki, Bera’nın, yanındaki birkaç doktorla birlikte, koşarak yoğun bakıma girdiğini gördü. Endişeyle onları takip etti fakat içeriye alınmadı. Odanın dışında kızgın kozlardan kaçınmaya çalışan biri gibi yukarı aşağı gidip gelirken bir yandan da ağlıyordu. Kısa bir süre sonra Bera odadan çıktı. Selen’in korku dolu yüzüne bakıp: -“Uyguladığımız tedaviye cevap verdi. Beynindeki hasar büyük oranda düzeldi ama kalıcı bir etki bırakıp bırakmadığını, ancak Aden uyandıktan sonra öğrenebiliriz.” dedi. Selen sevinç ve keder arasında gidip gelirken: -“Nasıl bir etki?” dedi titrek bir sesle. -“Kesin olarak söylemesi zor ama konuşma bozukluğu ya da uzuvlarını kullanmada yetersizlik oluşabilir.” Az önce duyduğu cümlenin yarattığı şok ile daha fazla ayrıntı almanın onu üzmekten başka bir işe yaramayacağının farkına vardı ve diğer sorusuna odaklandı: -“Pe..ki, ne zaman uyanacak?” diye sordu kekeleyerek -“Bilemeyiz. Şimdilik onu normal odaya geçirip sadece durumunu kontrol altında tutmaya çalışacağız. Gerisi tamamen ona kalmış ama uyanma ihtimali gerçekten düşük. Olur da uyanırsa bu süreç birkaç hafta da sürebilir birkaç yıl da. Kendinizi buna hazırlamalısınız.” dedi çok fazla umut vadetmeyen ama ilgili bir ses sonu ile. Kızın tepkisini bir süre gözlemledi ve bayılmayacak durumda olduğundan emin olunca yavaşça yanından ayrıldı. Ertesi gün Aden, yoğun bakımdan çıkartılıp normal bir odaya alındı. Burada ona refakat etmek, Selen için, önceki durumla karşılaştırılınca, tam bir lükstü. Beyaz duvarlı oda, geniş ve havadardı. Güneş ışığını, zerresine dokunmadan içeri aktaran, büyük bir de penceresi vardı. Selen, üç gün daha kardeşi ile birlikte kaldıktan sonra işe dönmesi gerektiği için hastaneden ayrıldı. Kardeşine beş saatlik mesafedeki bir şehirde, bir reklam firmasında pazarlamacı olarak çalışan Selen, iş yerine döndü ve müdürüne durumunu bildirdi. Müdürü şartları değerlendirdi ve haftada bir gün işe gelmek zorunda olmadığını söyledi. Selen, her hafta Perşembe günü öğlen üçte yola çıkıyor ve Pazartesi gece bire kadar kardeşi ile kalıyordu. Fırsat buldukça okuduğu günlükten kardeşi hakkında yeni bilgiler ediniyordu. Hayalinin bir kitap yazmak olduğunu ve bir gün bir müzik bestelemek istediğini öğrenmişti mesela. O gün hastaneye giderken, önünden geçtiği çiçekçideki nilüferlerin, Aden’in en sevdiği çiçekler olduğunu da günlükten okumuştu. Her hafta o çiçekçiden bir tane nilüfer alıp Aden’in odasındaki vazoya yerleştiriyor önceki gelişlerinde aldıklarından solan varsa çıkarıp atıyordu. Zamanla Selen’in hayatı tamamen kardeşine odaklanmaya başladı. Ona vakit ayırmadığından şikayetçi olan sevgilisi ile ayrılmış, arkadaşları ile çoktandır birlikte zaman geçirmemişti. Kendi hayatı yolunda gitmiyordu ama Selen, sık sık, bunu, bir tanecik kardeşi bu hale gelmeden önce yapması gerektiğini düşündüğü için ağlıyordu. Fazlaca yoğun ve yorucu olan bu gelgitlerin arasında iki ay çoktan geçmişti bile ama Aden’in durumunda herhangi bir değişiklik yoktu. Selen, hastanede olduğu zamanlarda birkaç sefer Bera’ya rastlamış ve Aden’in ne zaman uyanacağını, durumunun nasıl olduğunu sormuştu. Aldığı cevap hep aynıydı: “Bu süreçte bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Biz sadece onun hayati değerlerini kontrol ediyoruz. Ne zaman uyanacağı tamamen onun elinde.” Artık, Bera’yı gördüğünde sadece başı ile selam verip yoluna devam ediyordu. Bu cümleyi bir daha duymak istemiyordu çünkü. Bera ise ilk zamanlar Selen’in gözlerindeki çaresizliği her gördüğünde üzülüyor ve onun olmadığı zamanlarda Aden’i ziyaret edip durumunda gelişme olup olmadığını kontrol ediyordu. Ama bir ay sonra bu kontrol sıklıkları azalarak kayboldu. Aden’in durumunu asistan doktoru kontrol ediyor ve hastanın hayati değerlerindeki değişiklikleri Bera’ya iletiyordu. Çoğu zaman iletecek bir şeyi bile olmuyordu. Güne başladığından beri ilk kez oturup birkaç dakika dinlenecek olan Bera, öğle arasının bitmesine dakikalar kala, bir bardak çay alıp odasına gitti. Çayını yudumlarken Aden ile ilgilenen asistanı, rapor vermek için geldi. Sorulu cevaplı kısa bir muhabbetten sonra hastanın komadan uyanmaya çalışır bir hali olmadığına hemfikir oldular ve genç doktor, Bera’nın odasından çıktı. Bera, çayından bir yudum daha alıp, sandalyesine yaslanırken düşüncelere daldı. Hastaneye geleli 78 gün olmuştu, fiziksel bir sorunu görünmüyordu ama hasta, komadan uyanmamıştı. Bir iç geçirdi ve kendi kendine artık uyanacağından ümidini keserek kısa bir üzüntü dalgasının içinden geçip gitmesine izin verdi. Acil hastalar ve iki ameliyat sonrası yorucu bir gün geçirmişti ve gün onun için hala bitmemişti. O gece nöbetçiydi. Herhangi bir acil çağrıya karşı tetikte beklerken karıştırdığı dergilerde bir nilüfer çiçeği dikkatini çekti. Varlığından daima haberdar olduğu o çiçek, o an onu büyülemişti sebepsizce. Resimdeki çiçek sanki çaresizce bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Uzunca dergiye baktıktan sonra üzerine daha fazla kafa yormayı bırakıp kendini uykuya teslim etti nöbetçi doktorların kaldığı odada, rastgele uzandığı bir yatakta. Belki yorgunluğunun belki dergideki resmin etkisi ile bir rüya gördü. Mavi ve mor tonlarının üzerinde dans ettiği beyaz bir nilüfer çiçeği, önünde uzanan gölde sessizce duruyordu. Her yer karanlıktı ama gökyüzünde salınması gereken ayın bütün ışığını çalmışçasına parlıyordu, nilüfer. Çiçeğe doğru bir adım attığı sırada göle düştü Bera, boğuluyor gibi hissetti ama nefes alabiliyodu. Kendini serin sulara bırakınca çiçek ona doğru yaklaştı ve derinlerden, belli belirsiz bir kadın sesi duydu: “Kurtar beni!”. Sesin içinde barınan acı Bera’nın tam kalbine saplandı. Gölün dibine doğru çekildiğini, nefes alamadığını hissetti ve soğuk terler içinde uyandı. Az önce yaşadıkları kesinlikle rüya gibi hissettirmiyordu. Hayatında hiç bu kadar acı dolu bir ses işitmemiş, böyle çaresiz hissetmemişti kendini. Ter ile ıslanmış yastığa tekrar koydu kafasını ve nefesini düzenlemeye çalıştı. Bir seminer için iki gün sonra Japonya’ya gideceğinden bugün nöbetçi olmasına rağmen yarın da çalışması gerekiyordu. Kafasını toplamayı ve tekrar uyumayı denedi ama rüya, onu kalbinin tam ortasında bir cam parçası ile terk etmişti. Yatakta saatlerce döndü, bir türlü uyuyamadı. Doğan güneşin parlaklığı, onu yeni bir güne çağırıyordu. Kalktı, hızlıca bir duş aldı odadaki banyoda ve giyinip çıktı. Şu anda bir hasta ile ilgilenip kafasını dağıtmak yapacağı en iyi şeydi. Acile doğru gitti, herhangi bir hasta yoktu. Tuhaftı. İnternlerle birlikte odaları visite başladı. Üç odaya sırayla girip çıktıktan sonra kontrol edeceği hastası da kalmamıştı. İnternler ile biraz sohbet edip kahvaltı niyetine bir bardak sıcak çay içtikten sonra odasına gitti. Koltuğuna oturur oturmaz gözlerinde beliren nilüferden, başını sallayarak kaçmaya çalıştı ama faydasızdı. Kim olduğunu sorup duruyordu kendine ama böyle çaresizce yardım isteyen sesin kime ait olduğuna verebilecek bir cevap bulamıyordu. Düşünceler içerisinde kıvranırken saat çoktan 10.00 olmuştu. En yakın arkadaşı Can, odasına girdi aniden. Kapının ani açılışı ve Can’ın enerjik sesi karşısında yerinden sıçrayan Bera, ona bir şey çaktırmamak için doğal davranmaya çalıştı. Can, Bera’nın üniversiteden arkadaşıydı. Beraber okumuşlar, aynı evde yaşamışlar ve çoğu seyahatlerini birlikte etmişlerdi. Bir süre farklı hastanelerin kadrosunda yer aldıktan sonra tıpkı hayallerindeki gibi aynı hastanede çalışma fırsatı bulabilmişlerdi sonunda. Kişilik olarak çok uyumlu olan arkadaşları, birbirinden ayıran tek konu ise uzmanlık alanlarıydı. Can, romantik bir kalp ve damar cerrahı iken Bera mantığa düşkün yeteneklerini beyin cerrahı (nöroşirürjiyen) olarak kullanmayı tercih etmişti. İkisi, bölümlerini seçtikleri zamandan bu zamana kadar hala bir insanda beyin sağlığının mı yoksa kalp sağlığının mı daha önemli olduğu konusunda ara ara tartışırlar, işi aşk ve mantık savaşına bağlayıp bitirilerdi. Tartışmaları çoğunlukla Bera kazandığı için Can da kendi alanının daha önemli olduğuna onu ikna edebilmek uğruna eline geçen her fırsatı değerlendiriyordu. Bugün de elinde birkaç belge ile bunu kanıtlamaya gelmişti. Kağıtları Bera’nın masasına koydu, sağ elinin avuç içi ile üzerilerine iki kez hafifçe vurarak: “İşte!” dedi. Yüzündeki gülümsemeyi silmeden sol elindeki kahveleri ve hamur işlerini masaya koydu. Bardağın birini Bera’ya uzattı. Her zamanki gibi double shot Cappucino. Bera’nın en sevdiği. Kahvenin kokusunu alınca biraz kendine gelmeye başlayan Bera: -“Yenilgilere doyamayıp hala böyle şeylerle mi uğraşıyorsun?” deyip iç geçirdi. Şu anda hiç bir şey anlamayacağını ve tartışacak gücü olmadığını bile bile, Can’ın getirdiği kağıtlara gönülsüzce göz gezdirmeye başladı. Bir cümle takıldı gözüne: “Mucize kurtuluş! 13 yıl komada kalan ve beyin ölümü gerçekleştiği düşünülen kadın, ondan vazgeçmeyen eşinin sevgisi sayesinde hayata döndü.” Bu kelimeler, birden, kalbine saplanan o cam parçasının hareket etmesine neden oldu. Bir an nefesi kesildi, elindeki bardak sallandı ve kalbi parçalanır gibi acımaya başladı. Lanet olası bu hissin sebebini bir an önce anlamak ve ortadan kaldırmak istiyordu. Can panikledi, kalbini tutarak nefes almakta zorlanan arkadaşının yanına giderek onu muayene etmeye başladı. Bera, onu durdurdu. Bu durumun fiziksel olmadığını çok net biliyordu. Zorlukla gözlerini açtı ve sıkıyor olduğu dişlerini biraz gevşeterek yüzüne saçma sapan bir gülümseme yerleştirdi: -“Ben iyiyim, sorun yok.” dedi. Can ile göz göze geldiklerinde, Can’ın endişeli yüzü ciddeleşti, ayağa kalktı ve: -“3 saniye içinde ne olduğunu anlatmazsan seni milyon tane teste sokar, kalbini açıp bakar sonra üstüne tükürüp geri yerine koyarım” dedi. Bunları yüzündeki ciddi ifade ile söylemiş olması Bera’nın gülmesine neden oldu. Onun acılı kahkahaları Can’ı daha çok sinirlendirdi: -“Bana inanmıyorsan böyle devam et? Ekstra soğanlı bir hamburger yedikten sonra dişlerimi bile fırçalamadan içine tüküreceğime emin olabilirsin. 1... 2” -“Bir rüya gördüm” dedi Bera, Can’ın son rakamı söylemesine izin vermeden. Tanışalı 10 yıldan fazla oluyordu ve henüz arkadaşının yaparım dediği şeyi yapmadığına şahit olmamıştı. Ayrıca anlatmak da istiyordu. Bu duruma çözüm bulabilecek, ona umut verebilecek tek kişi o olabilirdi, kim bilir. Rüyasını ve içindeki, onu endişelendiren acıyı sesli anlatınca kulağa çok saçma geldiğini düşündü ama bu tarz konularda Can, onunla alay etmeyecek tek kişi olabilirdi. Can, sol eliyle çenesini sıvazlarken az önce duyduklarına dair anahtar kelimeleri sıralıyordu: -“Nilüfer..., Kadın sesi..., Acı...” birden gözleri parladı ve aniden Bera’ya döndü: -“Bu...” dedi gizemli bir tona dönüştürdüğü sesi ve kıstığı gözleriyle “şu hastan ile ilgili olabilir mi aceba?” Bera, hiçbir anlam veremeyen gözlerle Can’ın tarot falı açan bir falcı gibi büründüğü mistik hallerine baktı. -“Varya hani şu iki ay önce uyku ilaçları ile komaya giren, günler sonra bulunup da hastaneye getirilen güzel kadın.” -“Sen onu nerden biliyorsun?” dedi Bera sorgulayıcı bir sesle. -“Hastanede güzel olan her şey benden sorulur. Bunu sorman hata.” deyip hafif ve ukalaca sırıttıktan sonra “aslında hemşireler konuşurken duydum kızın mükemmel görünmediğini ama saf bir güzelliği olduğunu söylüyorlardı. Merak ettim tabi, gidip baktım ama anlatılanlar az bile kalır. Kadınlar... kıskandıkları için kabul etmesi zor olmuştur herhalde. Kızın öyle bir güzelliği vardı ki gözleri kapalı yatıyorken gördüğümde ‘Vay be!’ dedim ‘Uyuyan güzel gerçek olsa böyle görünebilirdi’.” diye hızlıca konuşmaya başladı Can. Kurduğu her cümle ile ruh hali değişiyor ve değişen ruh haline mimikleri hızla ayak uyduruyordu. O, uyuyan güzeli hayal eden büyülenmiş gözleri ile tavana bakarken Bera, hayallerinin arasına daldı: -“Tamam da bunun, durumumla alakası ne?” -“Kızın odasına gittiğimde bir vazoda üç tane nilüfer çiçeği duruyordu. Bilirsin normalde gül ya da papatya gibi çiçekler olur odalarda. Ayrıca sanırım daha önce bir nilüferi hiç vazoda görmediğimden bana çok garip geldi. O sırada kızın, kız kardeşi girdi odaya, ben de vazoda neden nilüfer olduğunu sordum.” -“Ne dedi?” dedi Bera bir ipucu bulmuş dedektif heyecanıyla. -“Kız,.. bu arada ismi Aden biliyorsun değil mi?” -“Evet, ne dedi, ne dedi?” diye ısrarla sordu Bera konuyu kasıtlı olarak uzatan arkadaşına ters bir bakış atarak. -“Aden’in en sevdiği çiçekmiş nilüfer.” -“Nilüferi çoğu insan sever, bu mu yani vardığın sonuç?” dedi aldığı cevaptan tatmin olmayan ve durumu kendisi ile bağdaşlaştıramayan Bera. Kahvesinden bir yudum alıp, hafifleyen kalp sancıları ile arkasına yaslandı ve umursamaz bir şekilde gözlerini devirdi. -“Dinle.” dedi Can arkadaşının ilgisini çekmeye çalışan ses tonu ile. “Aden, aslında bir öğretmenmiş, İngilizce öğretmeni. Etrafı insanlarla donatılmış bir meslek olmasına rağmen Aden çok yalnızmış. Bu yüzden hep, kendi kendine zaman geçirir, kimseyle görüşmez ve konuşmazmış. Kardeşi bile Aden’in bu yalnızlığına çok şaşırıyormuş ama zamanında bunun için hiçbir şey yapamadığına da pişmanmış. Bunları anlatırken ağlamaya başladığı için daha fazla detay sormak istememiştim ama tam odadan çıkacaktım, kolumu tuttu.” -“Can, uzatma” dedi Bera gereksiz detayları seven arkadaşına boş bir bakış atarak. -“İçini dökmek istediğini fark ettiğim için sordum ‘Peki, aileniz? Onlar yanında değiller miydi?’ dedim. Kız daha çok ağlamaya başladı. Anne ve babası yıllar önce boşanmış ve kızlarını arayıp sormak akıllarına gelmezmiş genelde. Haliyle annesi, babası ve sosyal bir hayatı olan kız kardeşiyle pek iletişim halinde değillermiş. Sen beni dinliyor musun?” diye sordu birden anlattıklarına ara verip bilgisayar ekranında bir şeyler karıştıran Bera’ya. -“Demek ailevi meseleler yüzünden 13 yıldır insomnia tedavisi görüyormuş. Reçeteli ilaçlardı, aynı anda kullandığı ilaçlar, dozu da fazla yüksek olmadığı için çok üzerinde durmamıştım vakanın. İntihar olduğunu düşünmedim yani.” dedi Bera, Aden’in uzun süreli hasta kaydını inceleyip hafızasını iyice tazeledikten sonra. -“Ne? İntihar mı etmiş?” dedi kafasındaki hikaye ile bu fikrin uyuşma ihtimalini yoklayan Can. -“Bilmiyorum ama sana bir ileri sarma tuşunun lazım olduğundan eminim. Devam et bakalım, az önce, bu durumun benimle alakasına bugün gelecek misin diye kendimle bir bahse girdim de. Kazanırsam bana akşam yemeği ısmarlıyorsun bu arada” -“Her türlü yemekler benden yani” dedi Can, arkadaşına komik olmadığını söyleyen bir bakış atarak ve devam etti: -“Aden, kendini bir nilüfere benzettiği için onu çok severmiş. Kız kardeşi, Aden komaya girdikten sonra yazdığı günlüğü okumuş. Sanırım o da bunun bir intihar olduğunu düşündüğü için fikrini doğrulayacak bir şeyler aramış evinde. Neyse, günlük odadaydı ve bana da gösterdi. Şöyle yazıyordu:” biraz boğazını temizledikten sonra hatırladığı kadarını anlatmaya çalıştı: -“Ah...Nilüfer! Benim kadar yalnızsın sende kirli ve ıssız bir su kütlesi üzerinde. Gitmek istesen gidemezsin, ölmek istesen ölemezsin zamanın gelmeden. Etrafında yapraklar çoğaldıkça daha da yalnız görünüyorsun yüreğime. Köklerin derinlerde acı çekerken var olmak için, sen bütün ihtişamınla parlıyorsun yüzeyde. Nilüfer! Ben olan çiçek. Köklerinin saklandığı karanlık su altında sana eşlik edebilmek isterdim bütün varlığımla.” Yazılanları Bera’ya aktardıktan sonra tek seferde bütün satırları ezberlemiş olmasının şaşkınlığı ile gözleri parladı ve gamzelerini açığa çıkaran o ukala gülümseme tekrar yayıldı Can’ın yüzüne. Can kendisi ile gurur duyuyorken Bera derin düşüncelere dalmıştı. Rüyasını anlattıktan sonra Can’ın aklına Aden’in gelmesine hak vermeye başlamıştı. Bu rüya, onun yardım çığlığı olabilirdi. Komada olağanüstü durumlar yaşandığını duymuştu. Mantıklı değildi ama Can ile şimdiye kadar yaptığı tartışmaları dikkate alırsa böyle bir şey olabilirdi. Durumu çözdüğüne dair hemen umutlanmamaya karar verdi, bu sadece bir fikirdi. Düşünmeyi bıraktı, ayağa kalktı ve Aden’in odasına doğru koşmaya başladı. Can da onu takip etti. Birlikte odaya girdiler. Bera, Aden’i bizzat kontrol etmeyeli uzun zaman olmuştu. Uzun kahverengi saçları ve beyaz cildi ile günden güne erimiş ve komada olan insanların aksine ilginç bir şekilde güzelleşmişti. Az önceki muhabbetin etkisinden belki de, Aden, Bera’ya su yüzeyinde gördüğü parlak nilüferi hatırlattı. Aden’e bakınca kalbi kıpır kıpır oldu ve o anda anladı. Yalnız nilüfer çiçeği onu rüyalarında çağırmıştı. Can ile göz göze gelip, onun meraklı bakışlarını onaylarcasına başını salladı, gülümsedi. Bir anda gözlerinden elinde olmadan bir damla yaş aktı. Rüyayı gördüğü andan itibaren beynine işkence eden düşünceler yok oldu. Buna anlam veremiyordu ama içi huzur doldu. Aden’in kardeşi ne olduğunu anlamayan gözlerle, birbirlerine gülümseyen ve ‘Bulduk onu!’ ‘Ben demiştim!’ diyen doktorlara bakıyordu. Can, durumu fark edince bir açıklama uydurdu: -“Uzman Doktor Bera AYDIN’ı tanıyorsunuz, Aden acile geldiğinde onunla ve tedavi süreci ile ilgilenen beyin cerrahı.” -“Evet, birkaç kez denk gelmiştik ama sadece Aden’in durumunun uzun süre düzelemeyeceği hakkında konuşmuştuk.” dedi duyduğu aynı cümlelerden bezmiş bir ses tonuyla. “Ben, Aden’in kız kardeşi Selen, hatırlamıyor olabilirsiniz diye tekrar söylemek istedim.” -“Merhaba” dedi Bera bir saniyeliğine Selen’e bakıp. Gözlerini Aden’den ayıramıyordu. Daha önce onu defalarca görmüş olmasına rağmen böyle hissetmemişti. Şu an ise büyülenmiş gibiydi. -“Geçen günkü ziyaretimden sonra Aden hakkında Doktor Bera ile biraz tartıştık ve sanırım Doktor Bera, Aden için yeni bir tedavi yöntemi buldu” dedi Can göz ucuyla Bera’ya bakıp onaylamasını isterken. Selen’in gözleri parladı: -“Onu kurtarmak için her şeyi yaparım, kardeşimi şimdiye kadar ihmal etmem benim hatamdı. Eğer daha önce fark etseydim, eğer o gecenin sabahında onu aramış olsaydım....” diye pişmanlık içinde ağlamaya başlayınca Can, Selen’i sakinleştirdi ve Bera’ya kafasıyla ‘bir şeyler söyle’ işareti yaptı. -“Şimdi bunları düşünmeyin” dedi Bera. “Tedavi konusunda da kesin sonuç alacağımızı söyleyemem hatta hiçbir sonuç vermeyebilir ama elimden geleni denemek istiyorum. Bu konuda yardımınıza ihtiyacım var” diye devam etti. -“Ne lazımsa söylemeniz yeter” -“Size biraz garip gelebilir ama ben Aden’in ruhunun hala burada olduğuna inanıyorum. Onunla bağ kurmak, ona ulaşmak istiyorum. Bu yüzden sizden ricam ona dair, sevdiği, sevmediği ne varsa buraya getirmeniz ve bildiklerinizi bana anlatmanız.” Selen, boş gözlerle bir Bera’ya bir de Can’a baktı. Bunun işe yarar bir şey olduğundan emin olamadı. Can, Bera’ya haddini bildirmek için yaptığı araştırmanın işe yaramasının gururu ile neler bulduğunu basitce anlattı ve ekledi: -“Komada olan insanlar etraflarında olup bitenlerin farkında olabilir, Selen. Onu seven ve ona değer veren insanlar, düşük bir ihtimal de olsa komada olan insanları uyandırabilir. Açıklaması zor ama Doktor Bera’nın bu konuda başarılı olacağına inanıyorum” -“Neden?” diye sordu Selen, aylardır tek bir hoş sohbetine şahit olmadığı doktoru yargılayan bir bakış atarak. -“Orası biraz uzun bir hikaye. Ama Doktor Bera’ya güvenebilirsin, bunu yapıyor oluşunun sağlam bir sebebi var.” dedi Can. Arkadaşına karşı, onu tanımayan insanların önyargılarını kırmak uzmanlaştığı bir diğer alandı. -“Peki, ben eve gidip önemli ne varsa alıp geleyim.” dedi Selen çok da ikna olmamış bir ses tonuyla çantasına uzanırken. -“Ben yarın bir konferans için Japonya’ya gideceğim, üç gün içinde dönmüş olurum. Döner dönmez gelip tedaviye başlayacağım. O zamana kadar yalnızca önemli olan şeyleri değil, sizin için önemsiz görünen şeyleri de lütfen buraya getirin.” -“Tamam” diyerek ayrıldı Selen odadan. Can da arkadaşının omuzuna eliyle hafifçe dokunup Selen’i takip etti. Bağlı olduğu makinelerin sesleri ve Aden’in nefes alışverişleri ile dolu olan odada yalnız kalmışlardı. Bera, kafasını çevirip nilüferlere baktıktan sonra Aden’in kulağına doğru eğilip: -“Merhaba, Ben Bera. Şey... bu biraz garip ama rüyamdaki nilüfer gerçekten sen miydin?” dedi. Cevap vermiyor olan kıza uzun süre baktı. Sessizliği bozmak zorunda hissedip kendinden bahsetmeye başladı Bera. Yapmayı sevdiği şeylerden, ailesinden, arkadaşlarından ve şu an, burda olmasına neden olan o rüyadan... Başta çekingence ağzından dökülen cümleler sonradan bir nehir gibi akmaya başladı. Anlattıkça komada olan biri ile kendi kendine konuşuyor gibi değil de ruhunu dinginleştiren bir sohbet ediyormuş gibi hissetti. Durumun gizemine ve büyüsüne kapılmıştı ki telefonu çalmaya başladı. Gelen çağrı ile odadan ayrıldı ve işine döndü. Gün boyu Aden’i ve rüyayı düşündü. Etkisinden hala çıkamamıştı. Akşama kadar çalıştıktan sonra yorgun ve uykusuz bir şekilde eve döndü, valizlerini topladı ve beş saat sonraki uçuşu için yola çıktı. En yakın şehirdeki havaalanına gitmek üç saatini almıştı. Arabasını park etti ve valizini teslim ettikten sonra uçağa bindi. Onun için bitmek bilmeyen bir gündü bugün. Arkasına yaslandı ve uçak henüz havalanmadan çoktan uykuya dalmıştı. Burnuna bir çiçek kokusu geldi, tanıdık bir kokuydu ama ne olduğunu bulamadı. Uyanık olduğunu düşünüyordu ama gözlerinin önünde tekrar o göl ve nilüfer çiçeği belirdi. Nilüferi görünce, burnuna gelen kokunun ondan yayıldığını hissetti. Acı tekrar gelmişti yüreğine. Derin derin nefes almaya çalışırken yine suyun içine düştü, çiçeğin yanına gitti, sesi duyabilmek için odaklandı ama bu sefer ‘Kurtar beni!’ kelimeleri yerine bir damlama sesi duydu. Nilüfer... Ağlıyordu. Ona dokunmaya çalıştığı sırada vücudu geri çekildi ve uyandı. Bilinci yerine gelince yanaklarının ıslak olduğunu fark etti. Üzerindeki hırkanın ucu ile yaşları sildikten sonra bu gece de uyuyamayacağını anladı. Aden’i görünce bulduğu huzur yerini, yine cam kesiklerine bırakmıştı. Derin bir iç geçirdi, ve dışarıdaki uçsuz bucaksız karanlığı seyretmeye başladı rüyasının bütün detaylarını düşünerek. Bir ömür sürmüştü sanki yolculuk, kafası bu kadar doluyken açık havaya çıkıp hareket edemiyor olmak onu iyice tüketmişti. Bir taksi çevirip havaalanından şehir merkezine doğru yola çıktı. Hala iki saati vardı. O yüzden önce bir otele gidip duş aldı, üstünü değiştirdi. Aylardır beklediği, beynin işleyişi ve beyin cerrahisi hakkında çok çarpıcı sunumların olacağı konferans salonuna ulaştı. Konuşmacıları dinlerken, hayatında belki de ilk defa, Bera’nın tutkusu olan bu muntazam bilgi şöleni, onun ilgisini çekemiyordu. Şans eseri, konuşmacılardan biri koma süreci içerikli bir sunum yapacak olan Japon profesör ile yer değiştirmişti. Bera bunu duyunca bütün dikkatini konuşmacıya verdi. Ünlü profesörü dikkatle dinlemesine rağmen kafasındaki sorulara pek fazla cevap bulamayınca, sunumunun ardından konuşmacının yanına gitti. Profesör Hiro Matsumo, komadaki hastalara farklı tedavi yöntemleri uygulaması ile ünlü bir cerrahtı. Onun teknikleri sayesinde beyin ölümü gerçekleşti denilen 3 kişi ufak yetersizliklerle hayata dönmüş ve ailelerine kavuşmuşlardı. Bera, Profesör Matsumo’ya başından geçenleri hızlı bir şekilde anlattı. Adam duyduklarından etkilenmiş olacak ki daha fazla detay öğrenmek istedi. Her şeyi en ince ayrıntısı ile dinledikten sonra sağ elini Bera’nın omuzuna koydu ve bir keşiş edasında sakince ona doğru eğilip: -“Nilüfer çiçeği, sevgili meslektaşım, aslında yalnızlığı ile bilinmez. En kötü ortamda bile bütün ihtişamıyla çiçek açabilmesi ile bilinir. Bataklıklarda açan lotus, çamur taşımaz yapraklarında. Buralarda Budizm diye bir inanış vardır. Budizm’e göre nilüfer çiçeği ruhun uyanışı anlamına gelmektedir. Onunla ilgilen. Onu sev ve sevildiğini hissettir. Göreceksin uyanacak ve bu süreç seni inanılmaz bir bilgeliğe yönlendirecek.” dedi. Bera, saygı duyduğu bu bilim insanının gizemli halinden ve buğulu ses tonundan etkilenmişti. Mantığını ve yaşadıklarının gerçek olma ihtimalini sorgulamayı o anda bir kenara fırlattı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir an önce gidip Aden’i görmek istiyordu. Profesöre teşekkür ettikten sonra selam vermesi gereken ve bir daha belki de karşılaşamayacak olduğu önemli kişilerin yüzlerine dahi bakmadan çıktı salondan. Taksiye bindi otele doğru gidecekken yol üzerinde bir kalabalığa denk geldi. Önünden geçiyor oldukları parkta pembe taç yaprakları yağıyordu. Manzara hoşuna gitti ve anı ölümsüzleştirmek için taksiden indi. Çekeceği fotoğrafları, döndüğünde Aden’e gösterme isteği geçti içinden. Parka girdi, ağaçların en üst dallarına asılı afişte ‘SAKURA FESTİVALİ’ yazısını gördü. Festivalin önemini öğrenebilmek için telefonundan biraz araştırma yaptı. “Japon kültüründe solmadan döküldüğü için ani ölüm ve yeniden doğuşun simgesi olan ‘Sakura’...” cümlesini okuyunca ‘yeniden doğuş’ kelimesini tekrar edip ‘Tam da Aden’in ihtiyacı olan şey’ diye düşündü bir dilek tutar gibi ve parktaki standlar boyunca yürümeye başladı. Aden’in, bütün benliğini ele geçiriyor oluşuna şaşırıyordu fakat buna izin vermek istiyordu. Böyle bir çaresizlik ve zorluğu, daha önce tadabilmek için her türlü macerayı denemişti ama her seferinde başarısız olmuştu. Hayatında ilk defa hücrelerindeki bu hareketlenme, onu heyecanlandırıyordu. Ona çok yeni olan bu hislerin tadını çıkarırken yaşlı bir kadının arkasında oturduğu tezgahtan gelen ışık gözünü aldı. Yaklaştı ve baktı. Bu, şeffaf ve toz pembe renkli camdan, ufacık, zarif bir Sakura çiçeğinin, yine camdan koyu yeşil bir nilüfer yaprağına düşmüş haliydi. Mükemmel bir görüntüsü vardı ama Bera bunun tam olarak ne olduğunu anlamadı. Kadına İngilizce olarak, bu aksesuarın ne olarak kullanıldığını sordu ama kadının bu dili bilmediği aşikardı. Camdan çiçeği aldı ve boynuna götürdü sonra kulağına sonra parmağına götürdü ve ellerini iki yana açarak ‘bu nedir?’ diyen gözlerle kadına baktı. Kadın, çiçeği aldı ve elleriyle ‘bunların hiç biri değil’ dercesine bir çarpı işareti yaptı. Mücevher görüntüsündeki aksesuarı kalbine götürdü, gözlerini kapattı. Gülümsedi ve sol elinin içine saklayarak dua eden bir silüet oluşturdu. Bera kadının ritüelini izleyince bunun ruhun derinliklerindeki istekleri gerçekleştirmek için umut bağlanan bir nesne olduğuna kanaat getirdi. Aklında beliren ilk şey yine Aden oldu. Yüzünde ufak bir gülümseme ile camdan çiçeği satın alıp geri dönüş yoluna girdi. O anda sarı ve turuncu renklerde güneşin, karşıdaki, hafif karlı, kocaman dağın yanındaki parıltısı karşısında donakaldı. Kafasından aşağı pembe taç yaprakları düşmeye devam ederken patikadan çıkıp parkın içindeki göle biraz daha yaklaştı. Görüş alanına, sarkan bir kiraz ağacı dalı da girince manzara nefes kesici oldu. Hemen telefonunu çıkardı ve birkaç fotoğraf çekti. Manzarayı izlerken bir ara Aden için aldığı aksesuara baktı. Aden’i ve onun nasıl biri olduğunu düşünerek bir süre daha anın tadını çıkardıktan sonra parktan çıktı. Otele döndü. Eşyalarını toparlayıp, önceden aldığı bileti umursamadan, en erken havalanacak olan uçağa bir bilet alıp havaalanına gitti. Bir saat sonra uçağa bindi ve heyecanla geri döndüğünde Aden’le birlikte neler yapabileceğini hayal etmeye başladı. Cebine özenle yerleştirdiği camdan çiçeği eline alıp, tıpkı satıcı kadının yaptığı gibi bir ritüel ile onun iyi, mutlu ve sağlıklı olmasını diledi. Birkaç gündür rüya gördüğü süreler haricinde uyumamıştı hiç, kalbi hissettiği heyecanla iyi olsa da vücudu buna dayanamıyordu. Ayrıca, uyuyup rüyasında tekrar Aden’i hissetmek istiyordu. Bir süre sonra uykuya teslim oldu. Uçağın ineceğini bildiren anons ile uyandı. Neredeyse deliksiz uyuyup hiç rüya görmediği için pişmanlık hissedecekti ki, Aden’e ulaşmanın sevinci ile acele bir şekilde uçaktan inip arabasına atladı. Normalde daha uzun süren yolun iki saatlik hızlı bir versiyonunu aldıktan sonra hastanenin kapısına vardı. Koşarak Aden’in odasına geldi, bir sandalye çekip oturdu, onun elini tuttu ve onu izlemeye başladı. Telefonu çaldığında üç saat boyunca orda öylece oturduğunun farkında bile değildi. Can’a geldiğini haber verdikten birkaç dakika sonra Can odaya girdi. Bera, ona konferanstaki profesörün sözlerini aktardı ve birlikte çalışırlarsa Aden’in uyanacağına kendilerini ikna ettiler. Bera bir şeyler yedikten ve telefonundaki, Aden için çektiği fotoğrafları çıkarttıktan sonra odaya geri döndü. Aden’e, fotoğrafları gösterdi. Ona Sakura’nın anlamından ve parkın ne kadar güzel olduğundan, çiçeklerin ne kadar güzel koktuğundan bahsetti. Bir gün oraya beraber gitmek istediğini ve Aden’den uzaktayken hep onu düşündüğünü söyledi, gülümseyerek. Sözlerini bitireceği sırada eliyle Aden’in yüzündeki saçları çekerken bir terslik fark etti. Aden’in yüzü normalde olması gerekenden daha sıcaktı. Panik yapmamaya çalıştı, o bir doktordu sonuçta. İlaç vermeden önce ıslak bir havlu ile durumu kontrol altına almaya çalıştı ama bu durum onu fazlasıyla endişelendirmişti. Yıllardır öğrendiği ve uyguladığı bütün meslek bilgisi buhar olup uçmuştu aklından. Elleri birbirine dolandı ve Aden’in yattığı yastık, ıslattığı havluyu sıkmadan alnına koymaya çalıştığı için sırılsıklam oldu. Bir süre sonra ateşinin yavaş yavaş arttığını görünce hemen bir enjeksiyon hazırladı ve Aden’in sol koluna doğru yöneldi. Elleri daha önce hiç böyle titrememişti. Derin bir nefes alıp sakinleşmek istedi ama faydası yoktu, hemşire çağırma butonuna bastıktan sonra tekrar kendini toplarlamaya çalıştı ve iğneyi, kızın sol kolundaki açık damarda bulunan serumun girişine soktu. Bir anda ne olduğunu anlamadığı bir şey oldu; damar kanamaya ve kan serumun şeffaf borusunda yayılmaya başladı. O sırada Aden’e göz ucuyla bakınca kızın gözlerini açtığını gördü. İğne elinden düştü, Aden’e doğru yavaşça eğildi ve bir saniyeliğine göz göze geldiler. Aden’in ruhsuz ve boş bakan gözleri, Bera için dünyadaki bütün anlamları içinde saklıyordu. Devamı için Part 2'ye bakınız..
0 Comments
Leave a Reply. |
AuthorSadece bir yerlerde var olmak isteyen bir yazar... Archives
October 2020
Categories |