Milagros
Gizli sığınağıma hoşgeldin, okuyucu...
Son bir dakikanın dolmasına ve Can’ın yere yığılmasına saniyeler kalmıştı ki Bera’nın sözleri yerine ulaşmış gibi Aden’in kalbi tekrar atmaya başladı. Herkes bunun da geçici bir düzelme olduğundan şüphe edip bir süre monitörü izledi. Hayati değerlerinin normale döndüğünden emin olunca Can, geri çekilirken yorgunluktan sendeledi, yanındaki doktor onu kollarından yakaladı. Kızın yüzünü ve arkadaşının vücudunu kaplayan örtünün ardını görebilmek için bir adım yaklaşıp onları görmeye, gerçekleşiyor olan mucizeye şahit olmaya çalıştı. Bera, bütün benliğini kıza armağan etmiş gibi cansız bir bedenle alnını onunkine dayamış orada öylece duruyordu.
Can, ona yardım eden doktora, başıyla ‘iyiyim’ işareti yaptıktan sonra Bera’ya yaklaştı. Omzuna dokundu ve: -“Bera? İyi misin?” dedi endişeyle. Bera, bir başkası tarafından hareket ettiriliyormuş gibi dengesizce ve yavaşça başını kaldırdı, Can’a baktı. Gözyaşlarının ıslattığı yüzü yukarıdaki güçlü beyaz ışığın yansımaları ile parlıyordu, Aden’in yüzü gibi. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ve kısık belli belirsiz bir sesle: -“O...” dedi “öldü mü?” Can derin bir nefes verdi. -“Ödümü patlattın. Sana bir şey oldu sandım.” Bera sorusunu tekrarlayan gözlerle Can’a bakmaya devam ediyordu. -“Duymuyor musun?” dedi Can işaret parmağını hafifce yukarı kaldırıp “Bu sesler... onun kalp atışları.” Bera, dünyayı keşfetmeye çalışan bir bebek gibi etrafı dinlemeye başladı. Gözü ekranda aşağı yukarı hareket eden yeşil çizgilere takıldı. Onlar hareket ettikçe Bera’nın gözlerine hayat enerjisi ve neşe dolmaya başladı. Kocaman bir gülümseme ile Can’a baktı. Can da yanaklarından yaşlar süzülürken arkadaşının gülümsemesine aynı şekilde cevap verdi. -“Sana söylemiştim.” dedi kolunun tersi ile yüzünü kurularken. “Vazgeçmediğin sürece yapabiliriz demiştim.” Kendilerini yorgun bir şekilde birbirlerinin kucağına bıraktılar. Bir süre öyle kaldıktan sonra: -“Ayrıca demiştim ki kalp sağlığı ve aşk, beyin sağlığı ve mantıktan daha önemlidir. Bu da beni senden daha önemli bir doktor yapar.” dedi Can hem arkadaşını hem de kendini rahatlatmak için onunla uğraşan bir ses tonuyla. -“Sen kazandın” dedi Bera ve minnettarlık dolu bir ses tonu ile kollarındaki arkadaşını daha sıkı sararak ekledi “Teşekkür ederim. Yanımda olduğun için... Bunca yıldır benim dostum olduğun için... Ve en önemlisi bir kalp cerrahı olup bizi kurtardığın için. Sana her zaman saygı duydum ve her zaman da duyacağım Uzman Doktor Can BAHAR.” dedi arkadaşının kollarından sıyrılıp hafifçe önünde eğilerek. -“Şu durumda bile dalga geçiyorsun benimle değil mi?” dedi Can ona uzanıp önünde eğilen arkadaşını doğrultarak. -“Saygı duyacaktım aslında ama böyle zamanlarda aklıma biz üniversitedeyken kan görünce kaçan hallerin geliyor. İstesem de duyamıyorum. Özür dilerim” dedi ve ikisi de kahkahalarla birbirlerine el şakaları yaparak ameliyathaneyi terk ediyor olan yatağın peşine takıldılar. Hem hastasını hem de yoğun bakımda yatan kızın başından bir saniye bile ayrılmayan arkadaşını ziyarete gelen Can, Aden’in durumundan gayet memnundu. Sonuçlarına baktığında Bera’yı dürtüp: -“Ona doping falan vermedin değil mi?” dedi sırıtarak. Bera, yüzyılın aydınlanmasını yaşayan bir ifade ile Can’a bakıp: -“Ben bunu neden daha önce düşünemedim ki?” dedi. Arkadaşının neşesinin yerine gelmiş olmasına sevinen Can: -“Durumu iyi, böyle giderse yüksek ihtimalle yarın odasına alabiliriz.” dedi. Sonra kendi kendine konuşan bir tavırla: -“Aceba ameliyathanede gerçekleşen mucizevi olayın sebebi senin aşkın mıydı benim yeteneklerim mi?” dedi bu gerçekleşmesi zor duruma akla yatan bir sebep bulmak umuduyla. Bera bunu duymuştu ama cevap vermedi, maskesinin altından ufak bir gülümseme ile yetindi. Avuçlarının içindeki Aden’in ufak ellerini daha sıkı tuttu ve ‘ne olduğu hiç önemli değil’ diye geçirdi içinden. -“Eee?” dedi Can. “Aden uyanırsa bana ne ısmarlıyorsun?” Bera omzunun üzerinden arkadaşına baktı ve cevap vermedi. -“Hani şu hep istediğim Norveç turuna ne dersin? Belki üçümüz beraber gideriz kuzey ışıklarını görmeye? Bir de bugün gösterdiğim olağanüstü çaba sonucu kollarım aşırı ağrıyor. Odamda bir masaj koltuğu bulunması hiç fena olmazdı hani” dedi gözünü kırparak. Bera, arkadaşının kırptığı gözüne parmağını sokuyormuş gibi yapıp: -“Hadi ordan. Olağanüstü performansmış!” dedi. Doğruluğundan kuşkusu yoktu ama bunu kabul edip arkadaşının yıllarca bundan bahsetmesine izin veremezdi. -“Bir şeyler hatırlıyor gibiyim.” dedi Bera. “’Bunun seninle alakalı olduğuna eminim.’ diye bağırıyordu birileri sanki” diye Can’ın ameliyathanedeki halini taklit etti abartılı bir şekilde. Can’da onun ağlayıp yalvaran halini canlandırarak karşılık verince Bera utandı ve: -“Tamam kes şunu” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “Ayrıca, randevumuza, hatta ilk tatilimize seni dahil edeceğimize ihtimal verdin mi gerçekten?” diye sordu minnettar ama alaycı bir tonda Bera. -“Sen etmezsen etme, ben Aden’le konuşurum.” derken Can ellerini göğsünde birleştirdi ve yalandan küsen çocuklar gibi kafasını arkaya doğru attı. “Bence hayatını kurtaran doktorun isteğini geri çevirmeyecektir. Bakalım o gelmemi istediğinde ona da hayır diyebilecek misin acemi aşık?” deyip arkadaşının omuzuna hafifce çarpıp odadan çıktı. “Aden uyansın da senin peri annen olmaya bile razıyım prenses” diye gülerek geçirdi içinden Bera odadan çıkan arkadaşına bakarken. Derin bir nefes alıp verdi ve Can’ın söylediklerinin gerçekleştiği anları kafasında canlandırmaya başladı. ... Günler, haftalar ve aylar boyunca Selen ve Bera nöbetleşe Aden’in yanında kalıyorlar, onunla konuşuyorlar ve ihtiyaçlarını gideriyorlardı onlara çoğu zaman Can’da eşlik ediyordu. Bera’nın çalışma saatlerinde nöbeti devralan Selen, her gün kardeşini bir güzel temizleyip süsleyip gidiyordu. Bera, buna gerek olmadığını söylese de Selen bunu bir alışkanlık haline getirmişti. Onun çabaları, her gece tekrar aşık ediyordu Bera’yı, Aden’in güzelliğine. Üç ay boyunca devam eden bu rutinler sırasında Selen ve Bera da yakın arkadaş olmuşlardı. Bera, yeni arkadaşından Aden’in çocukluk anılarını dinliyor, o gidince Aden’in sessizliğinde, onun anıları ile eğleniyordu. Yine Selen’in komik anılar bırakıp gittiği bir geceydi. Ay ışığı odanın penceresinden içeri giriyordu ve karanlık odada, kendi kendine konuşan Bera’nın, elini tuttuğu kızın üzerinde parlıyordu. Bera ayağa kalktı ve cama doğru gidip bir süre dışarıdaki manzarayı seyretti. Aklına sabah Selen’in anlattıkları geldi. -“Demek annen ve baban seni düğünlerine çağırmadı diye gün boyu ağladın” dedi kendi kendine gülerek. Kızın sevimli hallerini gözünde canlandırmaya çalışıyordu Selen’in gösterdiği resimlerden yola çıkarak. -“ ‘Peki o düğüne katılabilmek için bu kadar ağlamanın sebebi neydi aceba?’ Uyanınca bunu da sormam gerek sana” diyerek komidinin üzerinde duran defterdeki ‘Aden’e soracaklarım’ listesinden beş on sayfa birden atlayarak sıradaki satıra sorusunu yazdı. Kafasını kaldırdığında ay ışığı altında süzülen kıza baktı. Aklına aylar önce gördüğü rüyadaki nilüfer çiçeği geldi. Uzun süredir görmüyordu o karanlık gölü ve parlak çiçeği. Aden’e en yakın hissettiği o anların özlemiyle sırtını duvara yasladı, kollarını göğsünde birleştirdi ve bir süre Aden’in masalları andıran görüntüsüne daldı. Onu öpmek istiyordu. Keşke Bera’dan hoşlanıyor olsaydı ve keşke sadece uykuya dalmış olsaydı gecenin bu saatlerinde. Tekrar camdan dışarı bakmaya başladı. Ameliyatın ertesi günü kızın günlüğünü okuduğu andan beri takılan düşünce aklına geldi yine. Günlükteki bazı cümlelerdi onu düşündüren: “Şimdi ne yapıyorsun? Umarım her gece benim seni düşündüğüm gibi sen de beni düşünüyorsundur, Yıldız’ım” Aden’in bir sevgilisi olmadığından yaklaşık bir ay kadar önce emin olmuştu. Aylardır onu arayan hiçbir erkek yoktu ama yazılanlara bakılırsa kızın bu kişiye karşı derin hisleri vardı. Defterin kapağında da yazan ‘Yıldız’ lakabının kime ait olduğunu bulmak için her şeyi yapmışlar, Aden’i tanıyan herkese sormuşlardı. Cevabı Aden’den başka bilen olmadığına emin olunca araştırmayı bırakmaları, Bera’nın, bu durumu hemen her gece sorguluyor olmasını engellemiyordu. Cümleleri tekrar tekrar okuyarak kendi kendine teoriler üretmeyi alışkanlık haline getirmişti. Konu üzerinde uzunca kafa yorduktan sonra her zamanki gibi bir sonuca varamıyor, pes edip uyuyordu. Derin bir iç geçirdi. -“Ah.. güzel kadın! Görmeden bakışlarına, duymadan sesine aşık olduğum kadın! Uyanıp bana söylesen ve bu çıkmazıma bir son versen artık. Bir sevdiğin var mıydı? Kimdi bu ‘Yıldız’?” dedi. -“Sen.” diye belli belirsiz bir ses duydu. Odaya baktı, panikledi. Arada bir Can’ın Aden’in taklidini yapıp Bera’yı kızdırdığı zamanlar aklına geldi ve yine Can’ın onunla dalga geçtiğini düşünüp sinirlendi. Etrafta ses çıkarma imkanı olmayan Aden ve kendinden başka kimse olmadığını görünce sinirlerini gevşetti. Saatine baktı. Gece yarısını çoktan geçmişti. Aden’e her gece verdiği ‘iyi geceler busesi’ni kondurup uyumak için ona doğru bir adım attı. Kızın yatağında ufacık hareketlenmeler gördü. Bir taraftan korktu, bir taraftan sevinç çığlıkları atmamak için kendini zor tuttu. Titreyen elleri ile kızın ellerini yakaladı ve: -“Aden! Aden! Beni duyuyor musun?” dedi. Kız, ağzını açtı ama hiç ses çıkmadı. Bera, Aden’in zorlukla açılıp kapanan gözlerine baktı. Hızlıca birkaç muayene yaptı ve hayati değerlerinin ve uzuvlarının iyi olduğundan emin oldu. Gözüne tuttuğu ışığa ve eline dokunan parmaklarına karşı refleks veriyordu. Bu durum kalbini deli gibi çarptırıyor, nefesini kesiyordu. Kızın konuşmak için kendini zorladığını görünce: -“Sorun değil, acele etme. Uyandın ya, gerisi hiç sorun değil.” dedi onun başını okşayıp ellerini sıkarak. Ayağa kalkıp ışığı açmak ve Can’ı aramak için ellerini Aden’in ellerinden gevşettiğinde kızın elleri onu bırakmak istemeyen bir şekilde kımıldadı. Bera avcunun içindeki ufacık titreşimin ne olduğuna anlam veremedi ama heyecandan kulaklarını uğuldatan kalp atışları ile birlikte oturduğu yerde öylece kaldı. Boştaki eli ile komidinin üzerindeki masa lambasını açtığı anda kızın gözleri kamaştı. Işığı kapattı ve Aden’e doğru eğildi. -“Beni tanımıyorsundur. Merhaba, güzel kadın. Ben..” -“Bera” diye kısık cızırtılı bir sesle tamamladı cümlesini Aden. Bunu söyledikten sonra nasıl yapıldığını unuttuğu bir acemilikle gülümsemeye çalıştı. Bera’nın yüzüne yayılan gülümseme göz kenarlarını kırıştırdı ve gözlerindeki yaşlar damlalar şeklinde düştü. -“Beni tanıyor musun?” -“Seni...duydum.” dedi Aden zar zor. Bera sevinçten çılgına döndü. Gerçekten de aralarındaki bağ onlara büyük ayrıcalıklar tanımıştı. Buna bir mantık bulamıyor ya da anlam veremiyordu ama bu durumdan çok memnundu. Yavaşça kızın alnına bir öpücük kondurdu. Aden, Bera’nın tuttuğu güçsüz ellerini kaldırmaya çalıştı. Çabasını hisseden Bera, elini gevşeterek ona yardımcı oldu. Kız, Bera’nın elini burnuna götürdü ve uzun sayılabilecek bir nefes aldı. -“Bu koku!” dedi neredeyse duyulamayacak bir sesle. “Sonunda” dedi cümlesini tamamlaması zaman alarak. “Sana söyleyebileceğim”. -“Neyi?” dedi Bera gözyaşlarını silip Aden’e yaklaşarak. -“Seni...seviyorum...Bera.” Bera’nın yüzü ciddileşti. Bu, onun için gerçek olamayacak kadar güzel bir andı. Bir an için rüya gördüğünü düşündü ama şu an uyanmak hayatta isteyeceği son şey bile değildi. Gözlerini kapatıp uzun bir süre uyanmamak için dua etti. Aden’in elini sıkıca tutup yavaşça eğilerek onu öptü. Kızın kuru dudakları da ona zayıfca karşılık verdi. Rüya gibi hissettirmiyordu. Bu gerçekti. Bera geri çekildi. Karşısındaki, endişeli ve Bera’nın dünyasını içine hapsetmiş olan kahverengi gözlere baktı. Aden gerçekten uyanmıştı ve ona, onu sevdiğini söylemişti. Bera’nın kalbinde havai fişekler patlıyor, kulakları uğulduyordu ve makinaların sesine bakılırsa aynısı Aden için de geçerliydi. Bera, bütün zorlukların bittiğine işaret eden bir nefes verdi ve gülümseyip Aden’i tekrar tekrar öptü. Yavaşça Aden’in yatağındaki boşluğa yattı ve onu kollarının arasına aldı. Hiç konuşmadan gözyaşları eşliğinde uzunca bir süre sarıldılar. Ağlamasını durdurabildiğinde, kollarının arasında yatan kızın hareket etmediğini fark etti. Bera’nın kalbine dikenli teller dolanmaya başladı. Aden’in hala uyanık olup olmadığını kontrol edebilmek için kafasını kaldırdığında kızın gözleri yavaşça ona doğru döndü. Bir göz kırpma hareketinin onu bu kadar mutlu etmesine inanamıyordu. Derin bir iç geçirdikten sonra, kızın alnına bir öpücük kondurup ona daha sıkı sarıldı. -“Şey...” dedi Aden “konuşmak ve hareket etmek benim için çok zor.” -“Biliyorum, biliyorum. Kendini zorlama” dedi Bera kızın onun sarılmasından bunaldığını düşünüp ondan biraz uzaklaşarak. Bu hareket Aden’i üzmüş ve biraz üşütmüştü. Eliyle yanında uzanan adamı tutmak istedi ama sadece onun gömleğine dokunabildi. Vücudunu kontrol edemiyor olmasına biraz sinirlenmişti: -“Bu durum” dedi gözleri ile vücudunu göstererek, “Ne zaman düzelecek?” Bera, kendine gelmeye başlamıştı. İçinde bulunduğu masaldan çıkıp gerçek dünyaya döndü ve kendi kadın başrolünün sorusunu cevaplamak için beynini taradı. -“Uzun süredir hareketsiz kalman kaslarında güçsüzleşmeye sebep oldu. Bu yüzden böylesin. Ama yarından itibaren egzersizlere başlayacağız ve seni, yavaş yavaş hareket ettirerek tüm kaslarını geri kazanmanı sağlayacağız. Eğer sıkı çalışırsak bir ayda ayağa kalkabilir ve eskisi gibi konuşabilirsin.” diye bildiği ve toparlayabildiği her şeyi sıralamıştı arka arkaya. Aden çelimsizce gülümsedi. Bera neden güldüğünü sorgulayıcı gözlerle ona baktığında: -“Sesini seviyorum.” dedi. Bu cümlenin ardından, Aden’in komadayken neler duyduğunu, onu nasıl sevmeye başladığını merak etti. -“Bu nasıl oldu?” dedi. “Beni nasıl duydun? Sana olan hislerimi nasıl biliyorsun?” Aden elinden geldiğince düzgün konuşmaya çalışarak: -“Sanırım bir rüyaydı. Rüyamda bir manzara gördüm. Nefret ettiğim işimden istifa edip manzaradaki kiraz çiçeklerini izlemek için Japonya’ya gidiyordum.” Bera, yattığı yerden fırladı. Hikayenin devamını dinlemek ve nefesinin dahi dikkatini dağıtmadığından emin olmak için eliyle, şaşkınlığının fırlamak üzere olduğu ağzını kapattı. -“Seninle uçakta tanıştım. Kulağımda en sevdiğim şarkı çalıyordu. ‘Gerçek Aşk’. Ellerin yüzüme değdiğinde lavanta kokusu gelmişti burnuma. O kokuyu tekrar duymak istedim ama bir daha hiç gelmedi.” Bera burnunun altındaki elinden yayılan kokuya müteşekkirdi. Aklına Can’ın babaanne kokusu benzetmesi geldi. Onun aklına uyup en sevdiği el kremini bir süredir kullanmıyordu ama bugün diğer kremini ararken eline geldiği için öylesine lavanta kokulu olanı sürüvermişti. İçinden hafif bir küfür savurdu sevgili arkadaşına. -“Sonra sen gittin. Seni bulamadım. Önümden geçen insanları sana benzettim ve sanırım yokluğunda çok ağladım.” Bunun mümkün olup olmadığını sorguluyordu kafasında Bera. Kızın komadayken akıttığı göz yaşlarına şahit olmuştu ve şu an bunların onu yalnız bırakmasından kaynaklandığını öğrenmişti. Ağzını kapatıyor olan eli hayalkırıklığı ile dizlerine düştü. -“Bir parka gittim. Kiraz çiçekleri yağıyordu. Orada bir dağ, bir güneş ve kiraz çiçeğinden oluşan bir manzara izledim.” Bera, elini yatağın yanındaki komidinin en üst çekmecesine götürüp biraz karıştırdı. Bir fotoğraf çıkardı ve masa lambasını açıp fotoğrafı Aden’e gösterdi. -“Seni düşünerek izlediğim bir manzaraydı. Senin için fotoğrafını çekip geri döndüğümde her şeyi ayrıntısı ile sana anlatmıştım. O zaman birkaç saniyeliğine gözlerini açmıştın. Beni görmüş müydün?” ‘Hayır!” anlamında yavaşça kafasını salladı Aden. -“Sorun değil”dedi kızın saçlarını okşayarak. Devam etmesi için onu sabırla bekliyordu. -“Parktaki suya doğru gidip uzaklaşıyordum her şeyden, kendi hayatımdan. Bir anda senin sesini duydum. ‘Ne yapıyorsun sen?’ dedin. Beni tuttun ve bana ismini söyledin. Bera. Hoşlandığım kişiyi sorduğunda ‘sen’ diye cevap verdim. Aylardır bana neden sürekli bu soruyu sorup durdun ki?” dedi hafifce gülümseyerek “Ben her seferinde aynı yanıtı verirken.” Bera, çok fazla şeker yerken annesi tarafından yakalanmış bir çocuk gibi hissediyordu. Bunca zamandır Aden duysun diye söylediği her şey gerçekten de onun tarafında duyulmuştu. Yanlış bir şeyler söyleyip söylemediğini bulabilmek için hafızasını yoklamaya başlamıştı ki Aden anlatmaya devam etti. -“Sonra kolumdan tutup bana sarıldın.” Söyleyeceği cümlelerin etkisi ile odanın loş ışığında belli olmasa da yüzü kızarmıştı. -“Önce alnıma sonra burnuma bir buse kondurdun. Daha sonra dudaklarıma.” Gözlerini Bera’nınkilerle buluşturarak “ve bu hiç de rüya gibi değildi” dedi. Bera’nın aklına ameliyathanede yaşadığı korku dolu anlar geldi. Yanında, hikayesini anlatırken hafifçe doğrulmuş olan kıza hızlıca sarıldı. İçindeki mutluluk ve minnettarlık kelimelere dökülemeyecek kadar büyüktü. -“Beni öptüğünde sol elimde solmuş bir çiçek yaprağı gördün ve çok üzüldün. Seni tekrar tekrar öpüp sarılmak istediğimde senden uzaklaştım ve o sırada sanırım uyandım. Bir ameliyathanedeydim.” -“Çok korkmuş olmalısın” -“Orada seni gördüm. Sana seslenmeye çalıştım ama yapamadım.” Kızın zaten zar zor çıkan sesi boğazına düğümlenen çaresizlik ve acı ile daha da boğuklaştı. Bera da dolan gözleri ile onu rahatlatmak için Aden’e sarıldı ve saçlarının üzerine bir öpücük kondurdu. Kız belli belirsiz bir sesle: -“Ben o zaman öldüm sanırım” Bera, gözlerini kapatıp bu kelimelerin hiç yaşanmamış olmasını hayal etti. Ameliyathanede yaşadığı acılar tekrar yüreğine dolarken kıza daha sıkı sarılıp: -“Geçti, hepsi geride kaldı. Artık buradasın ve ben yanındayım.” Birkaç dakika sonra ikisi de ağlamalarını durdurmuş sarılmaya bir son vermişlerdi. Bera geriye doğru çekildiğinde Aden anlatmaya devam etti: -“Bir süre ne oldu bilmiyorum. Hiç bir şey hatırlamıyorum. Bir gün aniden senin kahkahanı duydum ve tekrar hayata döndüğümü anladım. Günlerce denedim ama gözümü açıp hakkımda konuşup gülüşen size bir türlü haddinizi bildiremedim.” İkisi de gülmeye başladı. Aden’in kahkahası zayıf ama neşe doluydu. -“Yani Selen ve benim konuşmalarımızı duyuyor muydun?” -“O Selen’i bir elime geçirirsem!! Sen bir de onun çocukluk maceralarını dinle asıl.” dedi. Gülerken kardeşinin onun için yaptıklarına duyduğu minnettarlıkla gözleri tekrar doldu. Bu sefer akmalarına izin vermedi. Gözlerini açıp kapadı ve: -“Bu arada ‘çikolatalı pasta yüzündendi’” dedi. Bera, onun ne hakkında konuştuğuna anlam veremeyen gözlerle bakınca: -“Deftere yazdığın son sorunun cevabı. Düğün fotoğraflardaki pasta çok güzel görünüyordu.” dedi çocukken yaptığı saçmalığa gülerek. Sevdiği kadının kahkahasını duymak için kendininkini bastıran Bera, kalktı. Camın önüne koyduğu defteri eline alıp sallayarak: -“O zaman asıl soru ‘Yıldız’ kim?” Düşünüyor gibi yaptı. Yutkunup boğazını ıslattıktan sonra en derin sırrını vermek üzere dudaklarını araladı: -“Şu durumda o, sen oluyorsun” Bera, şanslı günündeydi. Gülümsemesine engel olamıyordu. Yüreğinden geçirdiği her dileği gerçekleşiyordu bugün. İlk defa yaşadığı aşk hayatında en muhtemel rakibi kendiydi. Daha fazla detay duymak istedi: -“Nasıl yani? Beni tanıyor muydun?” -“Öyle değil.” dedi Aden. “Bir gün aşık olacağımı düşündüğüm kişiye yazdığım cümlelerdi onlar.” Elini zorlukla yüzüne götürdü ve utancını gizlemeye çalıştı: “Biliyorum çok saçma ama etrafımda dertleşecek pek fazla kimse olmadığı için gelecekte bana değer verecek olan kişi ile onu tanımadan sohbet ediyordum aslında.” Bera, kızın yaşadığı yalnız hayattan daha önce haberdar olup onun bu sorulardan ibaret olan sohbetine cevaplarla dahil olabilmek istedi. Bu istekle birlikte içinden yoğun bir pişmanlık sancısı geçti ve ağzında bir pas tadı bırakıp uzaklaştı. Kızın ona hayranlıkla bakan gözlerine değince gözleri, kendini toparladı. Ciddileşmiş yüzünü yumşatıp kıza doğru yürüken: -“İşin zor Aden. Burada cevaplanmayı bekleyen yüzlerce soru var” dedi. Kız da komidinin üzerindeki günlüğüne bir bakış atarak: -“Sanırım senin de. Oraya ‘Yıldız’ım’ için yüzlerce soru yazdığımı hatırlıyorum” dedi. İkisi de birbirine gülümsedi. -“Ama bunu daha sonraya saklamalıyız sanırım. Çünkü ben çok yoruldum” deyip kendini yastığına gömdü Aden ve o anda uykuya daldı. Bera, kıza ‘iyi geceler busesi’ni verdikten sonra sandalyeye oturdu ve onu izlemeye başladı. Az önce baktıktan sonra komidinin üzerine bıraktığı manzara resmi çarpınca gözüne ‘yeniden doğuş’ kelimeleri geldi aklına. Sevdiği kadın bunu gerçekten başarmıştı. Aden’in anlattıklarını aklında tekrar tekrar oynatmaya başladı. Bütün güzel hislerini tatmin ettikten sonra mantığına da aynı şansı vermek istedi. Bu hikayenin tıp için harika bir kaynak olacağını düşünüyor ve bu olayın başrolü olduğu için kendiyle gurur duyuyordu. Sadece makalelerde okuyabileceği mucizevi bir olay, onların da başına gelmişti. Kulağında Profesör Matsumo’nun sözleri çınladı: “Onu sev ve sevildiğini hissettir. Göreceksin uyanacak ve bu süreç seni inanılmaz bir bilgeliğe yönlendirecek.” Adamın bu kehaneti onu, şu an biraz ürkütmüş olsa da bunun, daha sonra değerlendirmeye değeceğini düşündü. Güneş doğmaya başlamıştı. Ayağa kalktı ve kendi odasına gitti. Bilgisayarda bir şeyler yapıp Can’ın odasına uğradıktan sonra, Aden’in yanına döndü. Kızın yatağındaki boşluğa uzanarak ona sarıldı ve uykuya daldı. Ertesi sabah Can işe geldi. Ofisine girdi ve önlüğünü giyerken masasında bir zarf gördü. Üzerinde gönderen ismi ve herhangi bir bilgi olmayan zarfı açtı ve içinden dört tane kağıt parçası çıkardı. Üzerlerinde Can’ın, Selen’in, Bera’nın ve Aden’in ismi yazıyordu. Kalkış: İstanbul Havaalanı (IST) Varış: Oslo, Gardemoen Havaalanı (OSL) Can, şaşkın bir şekilde bir ay sonrasına alınmış uçak biletlerine bakıp durumu anlamaya çalışırken biletlerin arasından ufak bir kağıt yere düştü. Eğilip aldı. Notu okuyunca aynı anda ağlamaya ve gülmeye başladı. Elindekileri masasına bırakıp koşarak odadan çıktı. “Kuzey ışıklarını izlerken sana masaj yapacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Sadece iyileşmekte olan biri için bir kalp doktoruna ve dünyanın en iyi dostuna ihtiyacımız var” Güzel haber: Aden beni tanıyor ve seviyor. P.S. Selen’e haber ver ve bizi bir süre rahatsız etme ~ Peri Annen Bera ve hayatının aşkı Aden’den -SON- _avsar_
0 Comments
Leave a Reply. |
AuthorSadece bir yerlerde var olmak isteyen bir yazar... Archives
October 2020
Categories |